edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
Hasine Şen


 

Balkanlar mevcut olmasaydı bile, icat edilmesi gerekirdi.
Kont Hermann Keyserling1

Tipik Batı gerçekliği bir metaforlar idaresinin, İmleyen'e indirgenen İm'in, gelişmiş ve yayılmacı bir semiyotik ekonominin ürünüdür.
Ugo Vlaisavljevic2

“Batı Kültüründe bir hayalet geziniyor: Balkanların hayaleti”
Balkanizm söylemi üzerine yakın dönemde kaleme alınan bir temel kaynağın, Maria Todorova'nın Balkanları Tahayyül Etmek adlı yapıtının giriş cümlesidir bu; yazar kendi icadı olan Balkanizm terimiyle, Batı Avrupa'nın uygarlaşmamış, irrasyonel, barbar “öteki”si olarak Balkan imgesinin kurulma sürecine işaret eder. Kavramın yapılandırılmasında kullanılan metodolojik mekanizma, Oryantalizmi Batının Doğuya “ötekileştirme” aracılığıyla hakim olmasını ideolojik yönden dolayımlayan kavramsal bir şema olarak kuran Edward Said'in yapıtıyla paralellik gösterir. Todorova, Oryantalizm ve Balkanizm kategorileri arasında benzerlikler kurarken, bu fenomenler arasındaki ayrımların da altını çizer. Temel ayrım, Doğunun soyut yapısına karşılık Balkanlar'ın hem coğrafya hem de tarih yönünden somut özellikler taşımasıdır. İkinci bir ayrım ise atfedilen bir karşıtlık olarak tanımlanan Oryantalizmin tersine, Balkanizmin atfedilen belirsizlik üzerine kurulan bir söylem türü olmasıdır, başka bir ifadeyle “Oryantalizm atfedilen tipler arasındaki farklılığı ele alırken, Balkanizm tek bir tip içindeki farklılıklar üzerinde durur” (Todorova, 2003: 48).
Batılı bilinci heyecanlandıran, korkutan ve yer yer tehdit eden de, Balkan'ın var olan göstergebilimsel araçlarla “öteki” olarak kavranamamasına sebep olan, bölgenin her daim belirsiz ve süreksiz bu durumudur. Uç noktadaki çeşitlilik ve çokluk, Batı toplumlarının zorunlu homojen yapısına karşı bir tehdit unsuru olarak okunan bir tür etnik kirlilik olarak belirlenir. Balkan toplumu, Batının sıkı sıkıya belirlenmiş tanımlar üzerine kurulan mantığına meydan okuyan, çelişkilerin biraradalığı üzerine temellenen bir dünyadır. Kavramsal düzeydeki bu yetersizlik, kökeninde ikili karşıtlıklar bulunan metaforik yapılandırmalara yol açar ki, bu da Balkanları ana metnin kıyısına eklenen ifadelerle inşa edilen retorik bir topos'a dönüştürür. Somut coğrafi ve tarihsel gerçekliğine karşın “Balkan”, politik ve ideolojik söylemlerde, gazetecilerin ve akademisyenlerin söylemlerinde temelsiz birtakım soyutlamaların bir araya getirildiği bir yığına dönüşür. İmlediği nesnesinden bu şekilde ayrılan “Balkan”, Todorova'nın “soyut şeytan” dediği şey haline gelir. Balkanlar çatışan uygarlıklar arasında yer alan bir köprü, farklı kültürler ve dinlerin kesiştiği bir kavşak, üzerinde pek çok renk barındıran bir duvar halısı, pek çok desenin bir araya geldiği bir mozaik ya da satranç tahtası, yarı-egzotik bir dünyaya açılan bir kapı, bir barut fıçısı, Orient Express'in son durağı, yani sonsuz bir çatışma, savaş ve şiddet metaforu olarak kavranır… Sonu gelmek bilmeyen bu metaforlar Balkanları metaforların çarpıştığı bir savaş alanına dönüştürür.

Ölen ve Canlanan Metaforlar
Tanımı gereği, bir metaforun gücü, metaforik sözün uygulandığı özneyle (yani metaforun hedefi ile, bizim durumumuzdaysa Balkanlar'la) metaforik ifadenin kendisi (yani metaforun taşıyıcısı ile, Balkanlar söz konusu olduğundaysa köprü, geçit, kapı, savaş vs.) arasındaki gerilim üzerine kuruludur. Bir metaforun anlamı, taşıyıcı ile hedef arasındaki uyumsuzlukların oluşturduğu gerilim kadar, iki tarafta ortak olan nitelik ve çağrışımların da önemli rol oynadığı bir karşılıklı etkileşim ilişkisinin ürünüdür. Taşıyıcının hedefe götüren yönleri (ya da metaforun zemini), Balkanizm söylemi içinde düşünüldüğünde, metaforun iki kutbu arasındaki karşılıklı etkileşim zemini üzerinde yer almaz; çünkü Batının dayattığı, metafor içinde kendini tamamlayan karşılığından ayrılan taşıyıcı tarafından belirlenirler. Metaforun iki kutbu bazen birbirinden o derece ayrılmıştır ki, hedefin kendisi (Balkanlar) daha eleştirel bir bakışla gözden geçirildiğinde, bir köprü ya da kavşak imgesinden çok –ya da en azından bir o kadar sıklıkla–, duvar ve barikat imgeleriyle karşılaşılır, çok renkli duvar halısının dokusunda bir arada bulunan düzenli desenlerden çok, kaba düğümler çıkar karşımıza. Bu çatışma alanları aslında Batının bilinçaltının ve onun küçük gördüğü “öteki”ye yüklenen uygarlıkdışı şiddetin mekanlarını oluşturur.
Kavramsal yetersizliğinin (ya da gücünün) yanı sıra, sözel bir yapı olan metafor, kullanımı genele yayılıp, hedef ile taşıyıcı arasındaki karşılıklı etkileşim yerini standart deyişe bıraktığında, zayıflama ya da bütünüyle sönüp gitme eğilimi gösterir. Ama Balkanist metaforları inşa edenler, ölümün kıyısında gezinen yan-benzetmeler kurarak kendilerini güvenceye alırlar, sükûnetin hakim olduğu geri çekilme dönemlerinden sonra Balkan magması yeniden patladığında bu benzetmeler yeniden canlandırılabilir. Balkan metaforunun bu canlandırıcı gücü, “eski Yugoslavya'nın, Arnavutluk'un, Romanya'nın, Bulgaristan'ın ve Yunanistan'ın aşırı süslü kiliselerini ve yürek parçalayıcı gecekondu bölgelerini” gezdiğimiz sırada “…kendimizi bir tarih yolculuğuna çıkmış gibi hissetmemize – Milosevic'in 14. yüzyılda yaşamış bir Sırp şehidi ve Ceaucescu'nun “Drac” ya da “İblis”, tarih içinde tekil bir yere sahip olan Sovyetler Birliği'ninse Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olduğuna inanmamıza” sebep olur (Kaplan, 1993: kapak sayfası). Todorova'nın yapıtının sorduğu retorik sorularla devam edecek olursak: “‘Balkan' adı neden kendi ontolojik temelinden koparılıp soyut bir şeytana verilen ad olmuştur? Neden dilsel bir ayrıkotuna dönüştürülmüştür?” (1993:84).

Avrupa'nın “Vahşi Doğusu” Olarak Balkanlar
Uygar Batı–barbar Doğu (Avrupa) karşıtlığına dayanan Batı merkezli düşünce şemasının temeli 18. yüzyılda Aydınlanma projesi bağlamında bölgeyi “keşfeden” Batılı gezginlerce atılmıştır. O dönemde yazılan birçok kaynak sayesinde Batılı okurun zihninde yavaş yavaş bir Doğu Avrupa imgesi oluşmaya başlar: Avrupa ile Asya'nın kesiştiği bir ara bölge, rasyonel Batı ile irrasyonel Doğu arasında bir köprü, ilkel ve bağnaz insanların yaşadığı karışık bir alan. Irksal üstünlük kuramlarının gelişmesi sonucunda, Doğu Avrupa'nın “yarı-barbar” halkları, gelişmiş Batı uygarlığı ile Afrika, Asya ve Amerika'da yaşayan barbar kültürler arasındaki “kayıp” halka olarak yerini alır ve bölgenin geçiş bölgesi olma özelliği bir defa daha kanıtlanır. Böylece 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Batının bilimsel imgelemi Balkanlarda yeni bir tür “keşfeder”: “yarı-gelişmiş, yarı-sömürge, yarı-uygar, yarı-oryantal” (Todorova, 2003: 43), barbarlığı gereği yabanıllık eğilimi taşıyan bir alttürdür bu aslında. Balkanlarda yaşayan insanları incelemek, Batılı gezgin-antropolog-folklorbilimcisine, kendi evriminin artık unutulmuş dönemlerine geri dönme olanağı tanır; gezgin Doğu Avrupa'nın tozlu yollarında dolaşırken bir bakıma kendi geçmişine, zaman içinde geriye doğru bir yolculuk yapar, bu yüzden de zamanla, yarımadanın halkları Avrupa'nın Volksmuseum'u (halklar müzesi) olarak algılanmaya başlar.
19. yüzyılda yoksul, az gelişmiş, ağırlıklı olarak kırsal bölgelerde yaşayan ve ataerkil değerlerine bağnazlık derecesinde bağlı olan, ilkel, yarı-barbar Balkan halkları, Amerikan gezi edebiyatında da yer almaya başlar. 1877-1878 savaşında muhabirlik yapan bir Amerikalı gazeteci-yazar, Edward Smith King, Balkanlarda edindiği izlenimlerden yola çıkarak Soylu Yabani (The Gentle Savage) ismini taşıyan bir roman yazar. Kitabın ismi o dönemde Amerikan edebiyatına yerleşen asil yabani (the noble savage) imgesine bir göndermedir. King'e kılavuzluk eden Hersekli Tomo, ona Kızılderili topraklarında gördüğü iri yarı, bronz tenli adamları hatırlatır. Böylece Avrupa'nın vahşi doğusu veya Avrupa'nın Kızılderili toprakları olarak Balkanlar “yalnızca örtük bir metafor olarak” girer Batının söylemine. Daha sonra “Hitler, coğrafi sınırlarını bütün Doğu Avrupa'ya genişleterek, bunu metafordan gerçeğe dönüştürecekti[r]“ (Todorova, 2003: 222).
Fakat Balkanların gerçek anlamda damgalanması, 19. yüzyılın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının sonucu olarak ortaya çıkan ve daha sonraki dönemlerde olumsuzluk ve küçümseme anlamları yüklenecek olan “Balkanlaşma” kavramıyla gerçekleşir. Birinci Dünya Savaşı sonunda ifade Batı söylemindeki yerini almıştır ve “coğrafi bir alanın küçük ve çoğu zaman birbirine düşman birimler arasında bölünmesini anlatmak için kullanılagelmiştir” (Poland, 1994: 40).
“Balkanlaşma” terimi soğuk savaşın sona ermesi ve komünizmin çökmesi sonucunda yine bir “barut fıçısı”na dönüşen bölgeyi tanımlamak için yeniden devreye girer, bu defa kanlı bir parçalanmaya sahne olan Yugoslavya ile ilgili olarak “Balkanların eski klan çatışmaları” şeması canlanır ve Batının metaforik imgelemi bu defa synecdoche, yani bir parçanın ait olduğu sistemin tümünü temsil etmesi anlamında kendisini gösterir. Savaş Yugoslavya'da yaşansa da ısrarla Balkanların tümüne mal edilir ve “tarihöncesi ile modern çağ arasındaki bu tatsız çatışma” klan toplumlarının ürünü arkaik itkilere bağlanır (Todorova, 2003: 277).
Bu baskın söylemi farklı alanlarda tanımlamak kolaydır. Birçok Balkan uzmanı son dönemde Batıda Balkan müziğine ilginin artmış olduğunu dile getiriyor. “Mystere'deki Ötekiler: Bulgar Müzik Folklorunun Yabancı Yorumları Üzerine Gözlemler” başlıklı bir çalışmada iki Bulgar eleştirmen İsviçre'de yayımlanan “La mystere des voix bulgares” albümünün Batılı dinleyiciler tarafından nasıl algılandığı üzerinde duruyor. Kolaj tekniği yardımıyla Zaire müziği ile harmanlanan Bulgar halk müziği, yabancı dinleyiciyi “bilmediği, tanımadığı bir dünyaya gönderen bir sıçrama tahtası haline gelir, ama aynı zamanda sıçrama tahtasının kendisine –yani Bulgar folklorunun benzersiz müzikal metnine– odaklanmasına sebep olur. Belki de amaç budur – iki “ilkel”in (Avrupa-merkezli bir bakış açısından gerek Afrika gerekse Bulgar halk müziği “ilkel”dir) bir araya getirilmesiyle canlı ve egzotik bir müzikal kolaj yaratılır, günümüzün sıkılmış dinleyicisini uyaracak bir çeşni elde edilir” (Todorova, 2003: 130).
Bu alıntı, Tsvetan Todorov'un Batılının Doğuya bakış açısını inceleyen bir çalışmasında yaptığı saptamayı doğrular niteliktedir: “Batılı için, bizim geleneklerimiz ... ilkelliği, ilksel [elemental] niteliği, geriliği ve vahşi egzotizmi açısından heyecan vericidir.” (1991:3) Balkanizm başlığı altında incelenebilecek farklı dönemlere ait örnekler ise her söylemin, zamana bağlı olmadan, belirli bir paradigma çerçevesi içinde üretilen bilgi türlerini meşru kılma eğilimini gösterir.

Tepki ve Korunma: “Balkan İs Beautiful”
“Dilimi bana sen öğrettin; benim bundan kazancımsa / Sövmeyi öğrenmem oldu.” Shakespeare'ın Fırtına başlıklı yapıtından Caliban'ın bu itirafı, kahramanızın, efendisinin dilini efendisiyle mücadele etmek için kullandığını gösterir. Foucault'nun kuramının merkezi ifadesi “Nerede güç varsa, orada direniş vardır” ilkesi işbaşında gibidir burada.
Soğuk savaş sonrası dönemde, bu eşitsiz mücadele, Balkanlarda, atfedilen kalıpların yerine yeni bir Balkan imgesi yaratmaya yönelik çabalar olarak gösteriyor kendini. Balkan ve Balkanlaşma terimleri, küçümseme içeren ve olumsuzlukla yüklü birer damga niteliği kazanmıştır, tıpkı beyazların siyahlara atfettiği black terimi gibi. Ancak 1960'lı yıllarda Özgürlük hareketlerinin canlılık kazanmasıyla birlikte, Afrika kökenli Amerikalı ve Britanyalılar “Black is beautiful” sloganını benimseyerek atfedilen bu terimi sahiplenip kendilerine olumlu anlamıyla uygulamaya başladılar. Günümüzde, Balkanlarda, Avrupa Birliği ve küreselleşme tartışmalarının gölgesi altında, bir taraftan gerçek Avrupa'ya göç ederek “Balkanlı” damgasından kurtulmaya yönelik eğilimler gözlenirken, diğer taraftan “Balkan is beautiful” analojisini meşru kılabilecek gelişmeler yaşanıyor. Son on-onbeş yılda üretilen pop kültüründe, örneğin, atfedilen olumsuz “Balkan” imgesini olumlu bir kimlik haline dönüştürme çabası göze çarpıyor. Yükselen Balkan pop kültürü, kendi yüksek ulusal kültürünü ve Batı değerlerini bütünüyle yıkmasa da, onları mutlak biçimde çarpıtarak, açık bir Oryantal-Doğulu-Balkan imgesi yaratmaya çalışıyor. Bu kültürün tüketicileri olumsuz Batılı yaklaşımın bilincindedir, ama Batının gözünü rahatsız eden ‘Doğulu' yönlerini törpülemek gibi bir niyetleri olmadığı gibi, bu özelliklerini (geri kalmışlığı, kabalığı, vahşiliği) haykırmak isterler. Böylece geçmiş dönemde bastırılan Balkan ruhunu ortaya çıkaran bir süreç başlar: “Göbek dansı yeni bir kitleselliğe kavuşmuştur, yeni ve eski tür müzik yapılan küçük tavernalar ve kafanalar açılmış, yeni ve kibirli bir Balkan içtenliği havası her yeri kaplamıştır” (Kiossev, 2002: 183). Bu gelişmelere bağlı olarak Yugoslavya'da turbo-folk, turbo-rock ve yugo-rock akımları popülerlik kazanırken, Romanya'da “manale” dalgası başladı, Bulgaristan'da ise folk ve “çalga” müziği gündeme geldi. Tüm ülkeyi saran “çalga” müziği, Türk, Yunan ve Çingene ritimlerini synthesizer ve rhythm-box'larla harmanlıyor, şarkı sözleri ise müstehcen folklor öğeleri ile yeni doğan yarı-kriminal kültürden besleniyordu.
Said'in ideolojik tepki olarak isimlendirdiği ve kendini retorik bir düzeyde de ifade eden tepki ve korunma mekanizmasının Balkanlarda yürürlükte olduğunu, birçok Balkan yazar ve entelektüelin, bölgeye yakıştırılan, köprü ve kavşak gibi ana metaforlara karşı çıkarak, yeni imgeler yaratma çabasında görebiliriz. Bu eşitsiz mücadeledeki pek çok etkenden biri de, Said'in de kabul ettiği gibi, direniş yöntemlerinin ya emperyalist güçlerden alınmış ya da yine onlar tarafından içeri sokulmuş olmasıdır, bu da efendinin evini yine efendinin araçlarıyla yıkma fikrinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Köprünün ağırlığı altında
Köprü (veya kavşak) Balkanist söylemin bölgeye atfettiği en uygun metafor olarak kabul edilmiş, Balkanlar, sık sık Doğu ile Batı, İslam ile Hıristiyanlık, mantık ile kaos, kısaca “onlar” ile “biz” arasındaki belirsiz konumundan kaynaklanan arada kalmışlığı ile gündeme gelmiştir. Bu nedenle Yugoslavya'daki son savaşlarla ilgili siyasal ve ekonomik değerlendirmelerde bile, en çok gönderme yapılan kitaplar arasında, İvo Andric'in bu metafor üzerine kurulan Drina Köprüsü (1945) romanı yer almıştır. Batının Mostar köprüsünün yıkılmasına verdiği duygusal tepki bu bağlamda pek şaşırtıcı değildir, çünkü yok edilen, tarihi bir değerin ötesinde bir önem taşımaktadır Batı için. Köprü imgesi, Balkanist söylemin kullanışlı ve güçlü bir aracı olmuştur her zaman. Aristoteles'in yüzyıllar önce dile getirdiği “Ustaca kullanılan bir metafor, dinleyicinin, normalde algılayamayacağı şeyleri görmesini sağlar” (3:11) deyişini doğrulayarak, Batının gözünde bölgenin temel özelliklerinin canlanmasına olanak tanımıştır.
Balkan uluslarının en belirgin özelliği olarak kabul gören karışık unsurlardan oluşma ve geçiş bölgesinde yer alma niteliği, oldukça homojen bir yapıya sahip olan Batı toplumu için rahatsız edici bir durumdur: “Herkes bilir ki, insan köprüde veya kavşakta yaşayamaz ... Köprü olsa olsa yolun bir parçasıdır, hem de zorlu, tehlikeli bir parçası, ama insanın meskeni olamaz” (Todorova, 2003: 127). Balkanlar'da hakim olan öz-algılar büyük bir ölçüde Balkanist söylem tarafından belirlense de, atfedilen kalıplara direniş olarak nitelendirilebilecek birçok “iç” ses de yükselmiştir.
Balkan uluslarının elit çevrelerinin bu konudaki hassasiyetini ve metaforik yaftaları gözden geçirme konusundaki kararlılığını Ivo Andric, Ahton Donçev, Vera Mutafcieva gibi Balkanların kendi sesini yansıtan yazarların eserlerinde görebiliriz. Balkanlarla ilgili çalışma yapan birçok Batılı akademisyen, siyasetçi ve gazeteci, Balkanlarla ilgili düşüncelerinin inceledikleri konunun özüne ne kadar yakın olduğunu göstermek, Balkan “gerçeğini” bir Balkan yazarının kendi söylemi bazında tahayyül ettiklerini ve Balkan paradigmasına içten bir bakış ile yaklaştıklarını kanıtlamak için sık sık Andric'in Drina Köprüsü romanına başvurmuştur. Benjamin Lambeth, örneğin, Sırpların Kosovalı Arnavutlara karşı işledikleri cinayetlerin altında yatan “kalıtımsal nefret”in köklerinin bu kitapta saklı olduğunu, Andric'in anlattığı, 17. yüzyılda yaşanan etnik çatışmaların, temelde son dönemde yaşanan gerginliklerden farklı olmadığını iddia eder (2001:100-2). Birçok Balkan romanı gibi Drina Köprüsü de, Batının Balkanların –ilkelliği ile özdeşleştirilen– kanlı yüzüne karşı duyduğu saplantılı ilgiyi tatmin edecek sahneler içerse de, Andric Bosna'daki etnik çatışmaları bölgeye özgü bir nitelik olarak görmez, olayları tarihsel açıdan değerlendirmeye çalışır. Yazara göre etnik çatışmalar, bölge insanlarının özüne ilişkin bir kana susamışlığın sonucu değil, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının bölgedeki varlıklarının getirdiği dengesizliğin ve düzensizliğin sonucudur.
Andric Batının Balkanları algılayışının temel metaforu haline gelen köprüyü romanının merkezine yerleştirmiştir, ama yazar bu imgeyi Balkan kimliğinin oluştuğu bir alan olarak görmektedir ve ona yüklediği anlam ise Heidegger'in köprü yorumuyla paralellik gösterir: “köprü tuhaf bir mesken türüdür: akıntının üzerinde hiçbir çaba harcamadan, büyük bir kararlılıkla salınır. Köprü yalnızca ondan önce de orada bulunan kıyıları birleştirmez. Kıyılar, ancak köprü akıntıyı aştığı zaman ortaya çıkar. Köprü, tasarımı gereği kıyıların yan yana uzanmasını sağlar” (Kujundic, 1995: 152).
İvo Andric'in eseri, köprünün kurulmasından duyulan rahatsızlığı dile getiren sahnelerle doludur. Örneğin bir roman kahramanı, “Köprü yoksulların ne işine yarar, ancak Türkler için hayırlı olur, biz ne ordu besleyebiliriz, ne ticaret yapabiliriz,” diyerek köprü fikrine karşı çıkar. Andric'in Travnik Günlüğü (1945) isimli başka bir romanında ise, geçit metaforu reddedilmektedir. Fransız konsülü Daville ile meslektaşı Des Fosses Bosna'nın ilginç özelliklerinden söz ederken bölge halkının yollara duyduğu akıl almaz nefreti dile getirir, nedenini ise şu şekilde açıklarlar: “Yol ne kadar kötüyse Türkler de o kadar az gelir. Diğer sebep de Türklerin kendilerinden kaynaklanıyor. Hıristiyan ülkelerle kurulan her bağ, kapıların yabancı etkilere açılmasına neden oluyor...” (Hranova, t.y.: 34) Yollardan bu denli nefret eden bir halkın kavşak kavramına olumlu bakması beklenemez
Bu örnekler “Andric'in Batının Bosna üzerine odaklanan bakışından duyduğu rahatsızlığı” (Antic, t.y.: 15) örtülü bir şekilde dile getirirken, bir Bulgar yazar tarafından kaleme alınan başka bir roman, Anton Donçev'in Bölünme Zamanı (1964) isimli yapıtı, köprüye karşıt bir metafor olarak duvar imgesini, kavşak metaforuna karşıt bir buluş olarak haç imgesini sunar. Haç, şeklini kavşağın uzamsal düzeninden alırken, dört coğrafi ve metaforik boyutu birleştirdiği için çarmıha gerilmiş toprak imgesini çağrıştırır (Hranova, t.y.: 40). Balkanist söylemin, Balkanlar terimini, ontolojik anlamda bağlı olduğu nesneden uzaklaştırma eğiliminden farklı olarak, Donçev'in yapıtında imgenin metaforik içeriklerini coğrafi ve tarihsel yan anlamlara dönüştürme çabası göze çarpar. Kavşak metaforunu haç imgesine dönüştüren yazar, Balkan paradigmasının ayrılmaz bir unsuru olarak gördüğü duvar imgesini de romanına alır. Donçev'in karakterleri bir kale duvarının ikiye ayırdığı bir dünyada yaşar: “İnsanlar kalenin içinde oturur, dışarıdan kötülük hücum eder” (Donçev, 1980: 251). Küçük dünyaları nehirler tarafından da bölünmüştür, ama şu gerçeği kavramıştır Balkanlılar: “insan sadece nehir kıyılarında yaşar”. Bölünme zamanı ise “herkesin ya sağa ya da sola gitme zamanıdır”, herkes ya feslerle feraceleri ya da üzerinde kafaların kesildiği kütüğü seçmek zorundadır. Hiç kimse ortada kalamaz (Donçev, 1980: 340). Kendilerini nehrin o ya da bu tarafına ait hissetmeyenlere uygun görülen sessizlik, en güçlü aidiyet ve temsil metaforuna dönüşür. Bir savaştan sonra esir düşen ve hayatta kalmak için Müslüman olmayı seçen, Venedikli diye bilinen ama aslında bir Fransız soylusu olan Abdullah, “Rodop dağlarında bulunduğunu hatırlayan bir Fransız soylusu muyum, yoksa Fransa'da bulunduğunu hatırlayan bir Rodoplu muyum bilemiyorum” (1980: 199) derken, Batının karşıtlıklara dayanan söylemini aşar ve kendini Homi Babha'nın “yarıktalık” olarak adlandırdığı simgesel etkileşim alanına benzer bir ara bölgede konumlar. Yine de, Doğunun baştan çıkarıcı, temsili aşan yönlerini ifade eden “Balkan sessizliği” hakkındaki benzer deyişlerin Batı söyleminden tamamen ayrılmayı işaret ettiği söylenemez. Donçev'in romanı, kolaylıkla Batılı olarak tanımlanabilir ve “ifade edememe” durumunda olmaktan çok uzaktır, burada kaçınılmaz olarak karşımıza şu soru çıkacaktır: Balkan Edebiyatı aslında nedir? Balkan yazarlarının öne sürdüğü metaforlar ne kadar Balkanlara aittir?

Yerel Balkanizm (Balkan Balkanizmi)
Balkan sözcüğünün, imlediği tüm içeriği, kendi bilinçaltı korkularını ve büyülenişlerini kontrol edebilmek için dünyanın bu karanlık köşesini damgalayan Batıya borçlu olduğuna şüphe yoktur. Çünkü Balkanları bu şekilde damgalayan Batılı bilinç, kötülüğü ötekine yüklemesiyle ritüel bir arınmadan geçer. Ancak Balkan teriminin küçültücü bir anlam taşımaya doğru hızla evrilmesinin, bölgeyle ilişkilendirilen kalıp imgelerin dallanarak çoğalmasının ya da metaforik anlamda giderek canlılık kazanmasının, çok sayıdaki Balkan kökenli entelektüelin Balkanist söylemin dayattığı ilkelere uyum gösteren bir ben-imgesi yaratıp, Balkanist söylemin yerel bir biçimini, “Balkan Balkanizmi”ni üretmelerinden kaynaklandığına da şüphe yoktur.
Örneğin Hırvat yazar D. Ugresici, Balkanist söylemin bölgede ne kadar içselleştirildiğini vurgular. Doğu Avrupa–Batı Avrupa karşıtlığını ve bu karşıtlık temelinde Batının üstünlüğünü destekleyen değer yargılarını kabul etmek ve kendini bu bakış açısından tanımlamak yazara kaçınılmaz gibi görünmektedir:
“Bodega Kayser” kafesinde kahvemi yudumlarken bir kağıda ikili karşıtlıklar yazıyorum: Sağ-sol, düzensizlik-düzen, demokrasi-demokrasinin yerine geçebilecek demokrasi sembolleri, uygarlık-ilkellik, yasal-yasa dışı, rasyonel bilinç-mitsel bilinç, geleceğe bakmak- (ölü sevici) geçmiş saplantısı, öngörülebilirlik-öngörülemezlik, düzenli bir ölçütler ve değerler sistemi-sistemsizlik, bireysel bilinç-kolektif bilinç, yurttaş-milliyet. Soldaki sütuna Batı Avrupa, sağdaki sütuna da Doğu Avrupa başlığı atıyorum... Bacım benim, üzgün Doğu Avrupam. (1992: 248)

Todorova, Oryantalizm ile Balkanizm arasındaki farkları sıralarken, araştırma nesneleri için kadın metaforlarını kullanan standart oryantalist söylemin tersine, Balkanist söylemin, genelde erkeğe dayandığını vurgular (40). Yukarıda gösterdiğimiz yerel Balkanizm söylemi örneğinde ise Oryantalist bir bakış açısı dikkat çekiyor. Ötekileştirilen Doğu Avrupa kadın olarak tanımlanıyor: hem dış görünüşü (“eski püskü ayakkabıları, bakımsız teni, ucuz makyajı” ile) hem de davranışları ile (“Eliyle ağzını siliyor, bağıra çağıra konuşuyor, konuşurken elini kolunu sallıyor”) kabalık ve geri kalmışlık imgesidir bu kadın. Doğu Avrupa'nın (ve Doğu Avrupa'nın tam kalbini oluşturması bakımından Balkanların) özellikle eksiklik, yetersizlik ve yoklukla bağlantılandırılması çarpıcıdır. Uresic'in kadın bedeni metaforu ile birlikte ele alındığında, bahsettiğimiz bu nitelikler, Balkan Balkanizminin sıradan Balkanizmle karşılaştırıldığında, söyleme cinsiyet yükleme eğilimi göstermesi nedeniyle, Said'in Oryantalizmine daha yakın olduğunu göstermektedir.

Bir Kadın Bedeni Olarak Balkanlar
Balkan folklörü, kadınların kurban olarak şehir, kale ve sarayların temellerine canlı olarak gömüldüğü sahnelerle doludur. “Boyana Nehri Kıyısında Şehir Kurulur” dizeleriyle başlayan bir Sırp türküsü de bu bildik mitin bir versiyonunu sunar: Üç kardeş bir şehir kurmaya başlar ama gün boyunca yaptıkları gece olduğunda yıkılır ve şehir, Penelope'nin örgüsü gibi, hiçbir şekilde tamamlanamaz. Bir cadı gelir, en küçük kardeşe, karısını kurban etmediği sürece şehrin inşasını tamamlayamayacağını söyler. Türkü kadının bedeninin şehrin temellerine nasıl karıştığını, yalvaran sesinin yükselen duvarlar arasında nasıl boğulduğunu anlatır. Bu kuruluş miti örneğinde yeni şehrin (veya diğer şehirlerden ayrı olma durumunu ifade edecek duvarın/sınırın/veya daha geniş anlamda ulusun/ırkın) oluşturulması, yabancının, ‘öteki' konumda olanın, yani kadının dışarıda bırakılmasına, dahil edilmemesine dayanıyor. Şehrin (ulusun/ırkın) oluşturulması, kadın bakışının ve sesinin uzaklaştırılmasıyla gerçekleştirilir. Böylece şehrin duvarları kadının gözlerini kapayan, onu susturan bir örtüye dönüşür: “Sessiz, bakışsız, şehrin mahzenlerinde sonsuza dek yaşayacak, şehrin içinde bir mahzen olacak” (Arsic, 2002: 263), yani kör bir şehrin mahzenlerinde kalacaktır. Ama kadını şehir duvarlarının temellerine gömmek ondan kurtulmak anlamına gelmez, çünkü bedeni mucizevi bir başkalaşım sürecinden geçer ve şehrin veya toprağın bedenine dönüşür. Böylece “ölü kadının bedeni, bedensiz ulusun bedeni olarak yaşar ve ‘ulusal ruh' denilen şey aslında ölü bir kadının yaşamından başka bir şey değildir. ‘Ulusal' toprakları korumak da bu yüzden Kadın'ı korumak,” ölü ve kör bir kadının bedenini korumak anlamını taşır (Arsic, 2002: 268). Çünkü savaş şüphe götürmeyecek derecede cinsiyetçi bir etkinliktir. Kadınlar uğruna savaşılır, onlar korunan, savunulan, kurtarılandır; bu yüzden de kadın her zaman hem uluşçu hem de sömürgeci söylemlerin güçlü metafor-silahlarıdır. Daha önce sosyalizm sonrası düzenin bildik bir simgesi olan kadın bedeni, Yugoslavya'daki savaşlar boyunca ulusal toprakların metaforuna dönüşmüştür. “Tecavüze uğrayan her Hırvat veya Boşnak kadını, tecavüze uğrayan Hırvatistan'ı veya Bosna'yı temsil eder” (Kesic, 2002: 312) gibi sloganlar, tecavüzün kendisini de gündeme getirdi. Savaş bölgesinde tecavüz, olayın etnik, cinsel ve soykırım boyutlarıyla tartışılırken, Balkanist söylemin tecavüzle ilgili örnekleri yine Doğu-Batı ayrımını vurgulamakta, Yugoslavyalı kadınlar, batılı kadınlardan farklı, neredeyse ayrı bir tür olarak gösterilmektedir:

Tecavüze uğrayan kadın önce ne düşünür? Avusturyalı, Amerikalı veya İngiliz kadınlardan farklı şeyler. Söz konusu ulusların kadınları kendilerine şunu soracaktır: Neden ben? Ailelerinden destek alacaklar, ama özünde bireysel terimlerle düşüneceklerdir. Bunlar [tecavüze uğrayan Yugoslav kadınları] ise önce kocalarını, çocuklarını, ana-babalarını, akrabalarını –utancı– düşünürler. Çok sayıdaki tecavüz böyle açıklanabilir. Bunlar, düşmana siyasal bütünlüğü içinde ulaşmayı hedefleyen simgesel eylemlerdir. (Hannes Granits' ten, Todorova, 2003: 279)

Bu aşırı genelleştirmelerinin yanı sıra, Batı medyasının Bosna savaşını yansıtan raporlarında –Bosna'da geleneksel dini kıyafetler pek yaygın olmadığı halde– başı örtülü bir Bosnalı kadın imgesi yaratma eğilimi dikkati çekiyor. “Bosnalı kadınların Batı medyasında (CNN!) görülen fotoğraflarının çoğu, onlardan geleneksel kıyafetler içinde poz vermelerini isteyen Batılı gazeteciler tarafından kaydedilmiştir” (Volcic, t.y.: 12). Başı kapalı ve geleneksel kıyafetler giyen kadın görüntüleri şüphesiz Bosna'nın dini köktenciliğini vurgulayacak ve biz ile onlar arasındaki o yaşamsal çizgiyi belirleyecektir. Balkanlardaki Müslüman kadının baş örtüsünü tasdik etme çabaları, Batının genel olarak Doğulu kadını peçesinden sıyırma, yüzünü açma eğilimine tam anlamıyla zıt bir harekettir aslında. Peçe, aynı anda hem gizleyen, hem sergileyen, çokyüzlü bir metafordur (Yeğenoğlu; 1998: 124). Etrafını gören fakat görülmeyen bir göz Doğunun ulaşılmaz içyüzünü ve gizemlerini saklar, ama aynı zamanda aldatıcılığa ve bir maske ardında gizlenmeye dayanan bir yaşam biçimini açığa vurur. Yani erkeksi Batının Doğunun maskesini indirme eğilimi, aslında dişi “öteki”ni sırlarından soyarak onu kendine konu haline getirme fantezisinin bir ürünüdür. Peçenin ardındaki gerçekliğin çok tanıdık olduğunun farkına varmak, peçeyi kaldıran Batılı gözlemcinin karşılaşabileceği en korkunç gerçektir; öylesine korkunçtur ki, maskesini indirmiş olduğu ötekinin kendi-imgesini korumak için onu yeniden maskelemek istemesi mümkündür. Şehrin kuruluşu hakkındaki mite dönersek, böylece şehri, kör bir kadın bedeni olarak tasarımlanan şehri, eskisi gibi bir peçe ardında ve kör tutmak isteyecektir.

Balkan Balkanizmine bir karşılık: Anti-Balkanizm
Eski Yugoslavya topraklarında gerçekleşen savaşlar sırasında, bu savaşları yorumlamak için Balkanist söylem içinde iki farklı kod sistemi inşa edilmişti. İlki, bölgenin modernleşmesinin gecikmişliği kuramına dayanıyordu ve Yugoslavya'da gerçekleşen olayların ulus devletlerin kurulması sırasında diğer Doğu Avrupa ülkelerinde gerçekleşenlerin tıpatıp aynısı olduğunu öne sürüyordu. Tek fark Alman Aydınlanmasının düşünsel içeriğinin, tarihsel nedenlerle, Yugoslavya'ya oldukça gecikerek ulaşmış olmasıydı. Yugoslavya'daki savaşı yorumlamak için Batının inşa ettiği ikinci kod sisteminde ise, bölgede uzun zamandır baskı altında tutulan klanlar arası düşmanlıkların irrasyonel bir şekilde patladığını öne sürülüyordu (Rupnuk, 1998: 96-97). İkinci kuramın en ateşli savunucusu ise Batı merkezli bir Soğuk Savaş sonrası dünyası analisti Samuel Huntington'dı. Ona göre Balkanlar başka bir dünyaydı, farklı yasal, ekonomik ve tarihsel zorunluluklar uyarınca yönetiliyordu. İrrasyonel şiddet burada gündelik yaşamın başlıca parçalarından biriydi ve dışarıdaki dünyadan gelen gözlemcilerin bunu anlaması asla mümkün olmayacaktı, öyleyse burada yaşayan insanları kendi hallerine bırakmak daha iyiydi. Durumun bu şekilde temsili Sırbistan'daki ve kısmen de Makedonya'daki film endüstrisine bitip tükenmek bilmeyen bir argüman zenginliği sağlamıştır. Doğu Avrupa Araştırmaları enstitüsünde çalışan bir Macar araştırmacı, Petar Krasztev, Yugoslavya'nın çöküşü sonrasında film yapımcılarını “aile içi katliamları zevkle seyreden bir seyirciler topluluğu” yaratmakla suçladı, Milço Manchevski'nin büyük başarılar elde eden filmi Before the Rain'i (Yağmurdan Önce, 1994), “irrasyonel klan klişesinin en açık örneği” ve Emir Kusturica'nın Underground (1995) filmini de “tüm manipülasyon tekniklerini içeren güvenilir bir ansiklopedi” olarak tanımladı. Ona göre Underground Belgrad ideologlarının en cesur hayallerini gerçek kılıyordu: “Batı, tüm tipik Batılı yanlış anlamaları yansıtmasından dolayı bu filmi alkışlarken, bundan narsisistçe bir haz duymuştu” (Krasztev, 1999: 3).
Underground aynı zamanda Balkanist söylemin merkezi eğilimini de güçlendirmiş, yani söylemin, Balkan terimini konusu olan nesneden koparıp, bir metaforlar yığınına dönüştürmeye yönelik esas amacına da yardımcı olmuştu: “Filmin tüm unsurları doğası gereği metaforiktir; kadın karakter, her iki erkek karakter, aile, filmin zamanı ve mekanı, hatta günahın kendisi bile bir metafordur. Bunun anlamı hiçbir şeyin gerçek olmadığıdır. Erkekler ve kadınlar sadece bir şeyler göstermek için oradadırlar. Çocukları olmadığı için aile de gerçek değildir. Zaman ve mekan Balkanların zamanı ve mekanıdır, yani sadece simgesel olarak vardırlar” (Krasztev, 1999: 3).
Yukarıda bahsettiğimiz yerli Balkanizm örnekleri Michel Pecheux'nun öznelerin baskın ideolojiler içinde kuruluşu hakkındaki kuramını desteklemektedir. Louis Althusser'in gensoru kuramına çok şey borçlu olan Pecheux, çarpışma ve direniş stratejilerinin olasılıkları hakkında üç parçalı bir formülasyon geliştirmiştir: özdeşleşme üzerinden, özdeşleşmeye karşı çıkış üzerinden ve özdeşleşmeme üzerinden gerçekleşenler. Özdeşleşme, bireyler bir söylemin kendileri hakkında öne sürdüğü imgeyi kabul ettiklerinde gerçekleşir. Özdeşleşmeye karşı çıkış söz konusu olduğunda birey çatışmanın terimlerini ve dayandığı temeli reddeder. Ulusçu söylemlerin çoğu bu şekilde ortaya çıkar, çünkü bu söylemler özellikle sömürenin sömürülene dayattığı kimliğe karşıt bir kimlik oluşturma peşindedir. Özdeşleşmeme ise baskın söylemden kaçılamayacağının, onun her zaman orada hazır bulunduğunun tanınmasını da içeren bir dönüşüm stratejisidir.
Sürekli çoğalan Balkanizm
Batının söylemini içselleştirme eğilimi Balkanlarda kendini iki düzeyde gösterir: 1. Yerel elit ve entellektüel çevrelerin kendini Batı ile özdeşleştirmesi ve bunun sonucu olarak kimlik tanımlama ve kimlik oluşturma süreçlerinin “yerel Balkanizm” söylemiyle belirlenmesi (yukarıdaki örneklerde olduğu gibi) ve 2. Balkan toplumlarının kendilerinden farklı olan komşu Balkan topluluklarını tanımlarken Batının Balkanları temsil etmek için uyguladığı yöntemi kullanması. M.B. Hayden tarafından “sürekli çoğalan Balkanizm” olarak tanımlanan ikinci olgu Balkanizm söyleminin bir devamı olarak bölgede yerel hiyerarşilerin oluşmasıyla ifade edilir. Bu bağlamda bir Sırp için Bosnalı “Doğuludur”, Arnavutlar, coğrafi konum olarak Balkanlar'ın batısında yaşasalar da diğer Balkan halkları için “Doğuludur”. Todorova'nın da belirttiği gibi Balkan halkları Doğu-Batı düzleminde kendilerini daha batı bir noktaya yerleştirmek için sürekli bir mücadele içinde olsalar da “Bütün Balkan halkları için, ortak ‘Doğulu' Türk'tür” (1993:126).
Balkanlar'da, Batının belirleyici bakışından bağımsız olarak gelişen, tümüyle bölgenin zengin etnik ve dinsel çeşitliliğinden kaynaklanan yerel bir hiyerarşi kurma eğilimi de son derece güçlüdür. Balkan deyimleri ve atasözleri, her etnik ve dini grup üyesinin kendi kimliğini, kendisinden farklı olan grupların “ötekileştirilmesi” yoluyla belirlediğini çok açık bir şekilde göstermektedir. Bir Bulgar atasözüne göre örneğin “Bulgar zengin olursa ev yapar, Türk zengin olursa evlenir, Yunanlı kilise yapar”. Başka bir Bulgar atasözüne göre ise “Türkün üç derdi vardır: boğazı, sırtı ve keyfi”.
Grup kimliğini oluşturma sürecinde, genelde benzerliklerden kaynaklanan engelleri önlemek için, birçok durumda, bir grubun komşu gruptan daha farklı etnik köklerden geldiği, onun benzersiz konumu vurgulanır. Romenler, örneğin, Doğu-Batı ekseninde Batıya daha yakın olduklarını göstermek için ülkelerinin “Slav denizinde yüzen bir Latin adası olduğunu” vurgulamışlar, Bulgarlar ise kültürel tutumlarının köklerini ve değer sistemlerinin özgünlüğünü Protobulgar, Slav ve Trak alaşımından oluşan eşsiz tarihi geçmişlerinde aramışlardır.
Bölgede yaşayan halkların kimlik oluşturma süreçlerinin bir parçası olan sınır çizme edimi, farklı kültürel ve siyasi boyutlar kazanmıştır. Tarihsel geçmişi mitleştirme eğilimi, Balkanlarda bir nevi özgünlük ve kendilik talebi edimine dönüşmüş, birçok tarihsel ve folklorik mit devletlerin siyasal açıdan meşrulaştırılması için kullanılmıştır. Balkanların yoğun bir progomoplexia (atalara tapma) ve arkhaiolatria (geçmişi yüceltme) ile ifade edilen mitik bilinci, birçok simgesel savaşa neden olmuştur. Öyle ki Büyük İskender Makedonya ile Yunanistan arasında paylaşılamaz; Kiril alfabesinin kurucuları Kiril ve Metodius kardeşlere aynı anda Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya ve Sırbistan sahip çıkar; Trakya kültürüne de benzer bir şekilde hem Bulgaristan, hem Romanya talip olur; folklorik kahraman Kral Marko üzerinde Bulgaristan ile Sırbistan arasında simgesel bir savaş yapılır; birçok yazar ve şair ismi günümüzde hem Bulgar, hem Makedon edebiyat kitaplarında yer almaktadır. Bu örnekler doğrultusunda “Balkanların etnik tarihi epik bir tarihtir” saptamasına katılmamak elde değildir (Vlaisavlijevic, 2002:197). Balkan kimliğinin yerel değerlere bağlılığını gösteren bu örnekler yine de başka bir saptamayı geçersiz kılacak kadar güçlü görünmüyor: “Balkan kimliğinin en belirgin ifadesi Balkan kimliğine gösterilen direniştir” (Ditchev, 2002: 244).

Sonuç
Kimlik kaçınılmaz olarak atfedilen niteliklerle kabul edilen nitelikler arasındaki bir etkileşim sonucu ortaya çıkar. Öyleyse Balkan kimliği, Batı anlam dünyası uyarınca hareket eden, dışarıdan gelen kimlik sponsorlarının dayatmaya çalıştığı nitelikler ile doğasından gelen yerel nitelikleri dengelemek zorundadır. Her ne kadar pek çok parçadan oluşsa da, Balkanist söylem Balkanların bütün o çalkantılı tarihi boyunca, özdeşleşmenin gerçekleştiği alanı yaratan bakışla özdeşleşmiş olduğunu öne sürer. Modeli kuran bakışın kendisi, Doğu ile Batının, Hıristiyanlık ile İslam'ın kesiştiği alanda yer alan bu bölgeyi Batının zihinsel haritasında işaretlenmemiş bir alana dönüştürmüştür. Batının politik, toplumsal ve kültürel imgelemi bu tuval üzerine tüm korkularını, bastırmış olduğu anılarını ve önyargılarını yansıtmış, böylece metaforik soyutlamalardan oluşan devasa bir alan yaratmıştır. O kadar geniş bir soyutlama alanıdır ki bu, insan Todorova'nın isteğine katılarak, gerçekçi olmayan bir tutumla şu dilekte bulunuyor: “Keşke Balkan sözcüğünü küçültücü amaçla kullananlar; Heidegger'in yöntemine başvursalar, yani Varlık'ı silerken, hem sözü hem de üzerine yazılan silintiyi korusalardı, çünkü söz yetersiz de olsa gereklidir. Silinti göstergesi en azından terimin metaforik kullanımına karşı uyarıcı görevi görecektir” (85).


Kaynakça
Antic, Marina, “Living in the Shadow of the Bridge: Ivo Andric's The Bridge on the Drina and Western Imaginings of Bosnia.” (www.univie.ac.at/spaceofidentity/_vol_3/HTML/Antic.html)
Aristotle, Rhetoric, New York: Modern Library, 1954.
Arsic, Branka, “Queer Serbs.” Balkan as Metaphor Between Globalization and Fragmentation, yay. haz. Dusan Bjelic ve Obrad Savic, Cambridge: MIT Press, 2002, 253-279.
Ditchev, Ivaylo, “The Eros of Identity.” Balkan as Metaphor Between Globalization and Fragmentation, yay. haz. Dusan Bjelic ve Obrad Savic, Cambridge: MIT Press, 2002, 235-251.
Donçev, Anton Vreme Razdelno, Sofiya: Balgarski Pisatel, 1980.
Hayden, Milica Bakic, “Nesting Orientalism: The Case of Former Yugoslavia” Slavic Review, Kış 1995
Hranova, Albena, “The Balkan Fictional History: No More European, Not Only Ottoman, And Not Yet National A Case Study of the Historical Novel.” (www.cas.bg/ip/doc6.doc )
Huntington, Samuel P., The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. New York: Simon and Schuster, 1996.
Kaplan, Robert D., Balkan Ghost: A Journey Through History, New York: St.Martin's Press, 1993.
Kesic Vesna, “Muslim Women, Croatian Women, Serbian Women, Albanian Women...” Balkan as Metaphor Between Globalization and Fragmentation. yay. haz. Dusan Bjelic ve Obrad Savic, Cambridge: MIT Press, 2002, 311-323.
Kiossev, Aleksander, “The Dark Intimacy.” Balkan as Metaphor Between Globalization and Fragmentation, ed. Dusan Bjelic and Obrad Savic, Cambridge: MIT Press, 2002, 165-191.
Krasztev, Petar, “Yugoslav Film: Who Will Take the Blame? Post-Yugoslav filmmakers create a grateful audience for family massacres.” Central European Review, vol.1, no.3, 12.07.1999
(www.ce-revieww.org/99/3/kinoeyez_krasztev.html)
Kujundic, Dragan, “Ivo Andric and the Sarcophagus of History.” Ivo Andric Revisited: The Bridge Still Stands. Berkeley UP, 1995, 152-3.
Lambeth, Benjamin S., NATO's Air War For Kosovo: A Strategic and Operational Assessment. Project Air Force Series on Operation Allied Force. Santa Monica: Rand Corporation, 2001.
Poland, Norman,”Balkans,” Academic American Encyclopedia, c. 3, Danbury, Conn: Crollier, 1994.
Pecheux, Michel, Language, Semantics and Ideology, Londra: Macmillan, 1992.
Rupnuk Jacques, “Europa in Balkanspiegel.” Lettre International, 1998/42, 96-97.
Todorov, Tsvetan, “Zabelejki otnosno krıstosvaneto na kulturite.” Literaturen vestnik, no.8, 1991.
Todorova, Balkanları Tahayyül Etmek, İstanbul: İletişim, 2003.
Ugresici, Dubravka, “Zagreb-Amsterdam-New York.” Cross Currents, no.11, 1992, 248-256.
Vlaisavljevic, Ugo, “The South-Slav Identity and the Ultimate War-Reality.” Balkan as Metaphor Between Globalization and Fragmentation, yay. haz. Dusan Bjelic and Obrad Savic, Cambridge: MIT Press, 2002, 191-209.
Volcic, Zala, “A Metaphor of Veil: Masking or Unmasking a Woman.”
(www.soros.org.mk/image/papers/zalaposition.html)
Yeğenoğlu, Meyda, Colonial Fantasies, Londra: Cambridge University Press, 1998.

Notlar
1 M. Todorova, Balkanları Tahayyül Etmek, s. 269
2 Ugo Vlaisavljevic, “The South Slav Identity and the Ultimate War-Reality”, Balkan as Metaphor, s.195


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 645189 ziyaretçi (1185169 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol