edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Kant ve Yeni Kantçılık
Kant ve Yeni Kantçılık
Doğan Özlem


 

Önnot

Konferansımı üç bölüm halinde sunmayı planladım. Buna göre, ilk bölümde Kant’ın (1724-1804) felsefesi üstüne kısa hatırlatmalara yer vereceğim. İkinci ve ana bölümde ise Yeni Kantçı okulları kısaca ve etki bırakmış yönleriyle tanıtmayı amaçlıyorum. Son bölümde Yeni Kantçılık üstüne birkaç değerlendirme notuna yer vereceğim. Buna göre, sunumum sistematik ve eleştirel olmaktan çok, tanıtma amaçlı, tarihsel ve betimsel bir sunum olacak.1

Kant Felsefesi Üstüne Kısa Notlar

Onyedinci Yüzyıl Felsefesinde Akıl ve Doğa Denkliği
Bilindiği üzere, onyedinci yüzyıl, felsefe tarihinde Descartes, Leibniz, Spinoza adlarının çağrıştırdığı üzere, “rasyonalizm yüzyılı” olarak anılır. Bu yüzyılda Grek felsefesinin bir mirası olarak akıl ile doğa, logos ile ontos arasında birebir uygunluk, adequatio olduğu düşünülür. Doğa yasası aynı zamanda akıl yasasıdır da. Doğa bilimi de “matematiksel doğa bilimi”dir. Örneğin, Descartes için “doğanın doğru dili matematiktir.” Leibniz, insan aklının tanrısal akıldan pay aldığını, Tanrı’nın bir yaratısı olan doğayı, tam da bu nedenle akılsal yoldan tam olarak bilebileceğini düşünür. Bu yüzyılın Tanrı’sı, matematikçi/mantıkçı/mekanist bir tanrıdır (deizm). Onun yarattığı doğa da matematiksel/mantıksal bir yapıda olduğundan, bu doğada mucizelere yer yoktur. Newton, doğayı Tanrı’nın kurduğu, fakat bir kez kurduktan sonra işleyişine müdahale etmediği bir saate benzetir. Bunun bir sonucu olarak bu yüzyıl, bir akıl ahlakı, bir akıl dini, bir akıl hukuku (doğal hukuk) peşindedir.

Kant’ta Akıl ve Doğa Denkliğinin Reddi: Salt Aklın Eleştirisi
Kant, onyedinci yüzyıl felsefesinde Grek felsefesinin bazı bakımlardan bir tekrarını bulur ve bu felsefeyi büyük ölçüde bir “metafizik” olarak nitelendirir. Kant’a göre akıl ile doğa, logos ile ontos arasında bir denklik, upuygunluk [adequaito] olduğu asla kanıtlanamaz; fakat buna karşılık, aklın ne olduğu, onun neliği, bir soruşturma ile ortaya konulabilir ve daha sonra onun sınırları, neyi bilmeye yeterli ve izinli olduğu, neyi bilemeyeceği gösterilebilir. Böyle bir çaba geleneksel metafiziğin bir eleştirisini de tabii ki içinde barındırır. Neyi bilebileceğimizi yanıtlamazdan önce, bilmenin ve bilginin ne olduğunu ortaya koyma görevini yerine getirmeliyiz. Doğru bilginin kaynağını ve güvencesini, insan aklının pay aldığına inandıkları tanrısal akılda bulanlar, kaynak ve güvenceyi doğaüstünde aradıkları için, tam anlamıyla “metafizik” yapmışlardır. Oysa felsefenin görevi, öncelikle aklın kendi başına, “salt” olarak neyi, nasıl bilebileceğini soruşturup göstermek olmalıdır. Kant “salt” sözcüğünü böylece iki anlamda kullanmış olur: 1. Tanrısallıktan arınmış, arındırılmış haliyle aklın niteliği, 2. duyusallıktan arınmış, arındırılmış haliyle aklın niteliği. Başka bir ifadeyle “salt akıl”, doğaüstü hiçbir kaynağa dayanmayan, aynı zamanda duyusal herhangi bir kaynaktan da beslenmeyen haliyle akıldır. Kant, bilgi öğretisini bu kalkış noktasından hareketle üç yönde geliştirir: 1. Bilgi yapıcı elemanların yani kavramların, önermelerin, usavurmaların öğretisi (aşkınsal elemanlar öğretisi, aşkınsal mantık), 2. yöntem öğretisi (aşkınsal yöntem öğretisi), 3. duyarlık öğretisi, yani salt görü formlarının, zaman ve mekânın öğretisi (aşkınsal estetik öğretisi). Böylece bilgi yetileri de ortaya çıkmış olur: 1. Akıl (salt akıl), 2. anlık/anlama yetisi, 3. duyarlık.
Aşkınsal yöntem nesneye ilişkin bilgiyi değil, bilmenin doğasını ve bilginin kendisini inceler; “bilginin bilgisi”ni ortaya koymaya çalışır. Burada “aşkın” ve “aşkınsal” terimlerininin anlamlarını belirginleştirmek gerekir. “Aşkın”, deneyim dünyasının bilgisini aşan bilgi, metafizik bilgi anlamına gelirken; “aşkınsal”, deneyim dünyasının sınırlarını aşmayan bir bilginin olabilirlik koşullarını araştırma, “bilginin bilgisi”ni ortaya koyma çabasını niteler. Başka bir ifadeyle, aşkınsal yöntem, insan bilgisinin yapısını ve sınırlarını araştırır. Salt akıl eleştirisi ise, buna koşut olarak, her türlü bilgiyi değil, a priori (önsel) bilgiyi, zorunlu, tümel, deneyim öncesi bilgiyi araştırır. A posteriori (deneyim sonrası) bilgi, zorunlu, tümel olamayan bilgi olarak salt akıl incelemesinin konusu olmaz. Kant salt akılda on iki kategori saptar ve bunları nesneye uyan a priori akıl formları olarak gösterir. Bunlar deneyimden çıkmayan, fakat deneyim bilgisini olanaklı kılan formlardır. Böylece insan bilgisi, anlığın/anlama yetisinin kendiliğindenliği [Spontanität] yani kategorilerin a priori önceliği ile duyarlığımızın alırlığının [Rezeptivität] birlikte çalışmasının ürünü olur. Öyle ki, tüm dünya anlığımıza/anlama yetimize göre kurgulanmış bir dünya olur. Bize göreli olan bu dünyanın yani fenomen dünyasının ötesinde bir numen dünyası, bir Ding an sich (kendinde şey) üstüne artık konuşulamaz. Dünya kendindeki [an sich] formlarını dikte etmez bize artık; dünyaya (fenomenlere) formunu biz dikte ederiz.

Özgürlüğün Olanağı: Pratik Aklın Eleştirisi
Fenomen-numen ayrımı şunları da beraberinde getirir: Akıl ilkeleri, ketagoriler, yalnızca fenomenlere uygulanmalıdır; aksi halde geleneksel metafiziğin yoluna geri dönülmüş olur. Doğa nesneleri sırf fenomenler yani sırf kendi bilgi formlarımız ile kurduğumuz, inşa ettiğimiz şeyler iseler, o zaman arka planda özgürlük diye bir şey var demektir. Çünkü bu durumda nedenler zincirini başlatan, artık bir metafizik güç, örneğin Tanrı değildir, bizzat insandır ve çünkü özgürlük, en yalın tanımıyla, “nedeni kendinde olmak” anlamına gelir. İşte bu saptama, insanın ahlaksal yaşamı için de yol gösterici olur. Doğayı özgürce tasarlayan insan, bir doğa varlığı olarak doğal nedensellik altında belirlenmiş olduğunun bilincindedir de. Bu noktada Spinozacı özgürlük tanımına, özgürlüğün zorunlulukların bilincinde olma hali olarak tanımlanmasına yakın duran Kant, buna karşılık ahlak alanında insanın, nedeni kendinde varlık olarak, kendi ahlaksal yaşamını kendi koyduğu bir ilkeye, “ahlak yasası”na göre kurabileceğini ileri sürer. Doğa varlığı olarak insan zorunluluklar alanında yer alırken, ahlak varlığı olarak insan kendi yarattığı bir zorunluluk türü olarak gereklilikler alanında bulunur. Başka bir deyişle, doğa varlığı insan fenomenler alanında yer alırken, ahlak varlığı insan numen alanında, fakat kendi yarattığı bir numen alanında yer alır, alabilir. Ve istenç sahibi, sorumlu varlık olarak insanın yer alması gereken alan da böyle bir alandır. Böylece Kant, insanı ikili bir yapıda görmüş olur: 1. Doğa varlığı olarak nedensellik yasalarına tabi olan insan, 2. Kendi yasasını kendisi koyan, ahlaksal/toplumsal yaşamını kendisi kuran, kurması gereken, özgür varlık olarak insan. Bu ikinci konumuyla insan aslında metafizik bir dünyada yer alır. Fakat bu dünya, özgürce kurulması gereken ahlak/toplum dünyası olarak ve bu anlamda bir metafizik dünyadır; çünkü o doğa ortasında gerçekleştirilen, gerçekleştirilmesi gereken bir dünya olmakla birlikte, doğal belirlenim taşımaz; o, insana ait tinsel bir dünya olur.
Kant, “pratik akıl eleştirisi”ni böyle bir “ahlak metafiziği”ni temellendirmek için geliştirmiştir. Bu metafiziğin geleneksel metafizikle bir ilgisinin olmadığı bellidir. O, yepyeni anlamda bir metafiziktir. Fiziksel dünyada kendiliğinden bulunmayan, ancak istenç ve sorumluluk sahibi insanın, bu demektir ki, kendi özgür istenciyle kendine akıl ilkeleri koyabilen insanın çabasıyla oluşturulabilecek olan bir dünyanın olanağı araştırılmaktadır burada. Ve işte bu dünya, tekrarlamakta yarar vardır, bu yeni anlamıyla bir metafizik dünyadır. Burada tümel/evrensel bir ahlak aranmaktadır ki, bu bir “akıl ahlakı”dır. Bu ahlakın kuruluşunda kurucu öğeler, 1. iyi istenç, 2. koşulsuz buyruk (kategorik imperatif: ahlak yasası), 3. özgürlüktür. Böyle bir ahlaksal yaşamda amaç mutluluk değil, ahlak yasasının gereğini yerine getirmeyi ödev olarak gerçekleştirmektir. Kant “ahlak yasası”nı şu ünlü formülleriyle ifade eder: “Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maksime göre eyle!”, “”İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, araç değil, amaç olarak görecek şekilde eyle!”, “Otonomi idesine göre eyle! Kendi yasanı kendin koy!” Ve tüm bu formüller, Kant’ta özgürlüğün tanımını da bizzat içerirler: Özgürlük keyfilik değil, insanın kendi koyduğu yasaya kendini bağlı kılmasıdır. Ve insan ancak böyle bir bağlılığa kendini tabi kıldığı sürece “human” anlamında insandır.

Erek ve Güzel: Yargı Gücünün Eleştirisi
Kant’ın üçüncü kritiği, Yargı Gücünün Eleştirisi, esas itibarıyla bir teleoloji eleştirisidir. Ne var ki, bu eleştiri kapsamında kitapta ele alınan estetik ve sanat konuları ve sorunları, kitabın geniş hacmi içinde küçük bir yer tutmasına rağmen, yarattığı olağanüstü etki dolayısıyla kitabın büyük ölçüde hâlâ bir estetik ve sanat felsefesi kitabı olarak değerlendirilmesine yol açmıştır.
Kitapta esasen “Yargı gücünün a priori ilkeleri nelerdir?” sorusuna bir yanıt aranır. Kant’a göre yargı gücü yetimiz, anlık/anlama yetisi ile akıl arasında yer alır ve tam da bu nedenle doğa alanı ile ahlak alanı arasında aracılık eder. Yargı gücü, tekili/özeli genel, tikeli tümel altında düşünme yetisidir ve iki çeşittir: 1. belirleyici yargı gücü (teorik akılla ilgili olarak, tekili/özeli mevcut bir genelin altına koyma), 2. düşünücü (refleksif) yargı gücü (tekili/özeli, düşünülüp bulunacak olan bir genelin altına koyma).
Kant’ın ilgisi düşünücü yargı gücü üstünedir. Düşünücü yargı gücü bilme ile ilgili değildir. O, doğada sanki bir ereklilik varmış gibi davranır, doğada ereğe bağlı bir uyum arar ve böylece teleolojik yargı gücü olarak çalışmaya başlar. Böylece kaotik bir doğa karşısında şaşkınlıktan kurtuluruz ve aynı zamanda düzenli bir doğayı beğeniriz de. Doğa ile bilgi yetimiz arasındaki uyumun bir belirtisi, doğadaki varsayımsal düzenden duyulan estetik haz olarak kendini gösterir. Doğa ile bilgi yetimiz arasındaki uyumun bir diğer belirtisi, organizmalar karşısındaki duruşumuzdur. Organizmalar karşısında önce şaşırıp kalırız; çünkü onları sadece nedensellik yasası ile kavrayamayız ve açıklayamayız. Fakat erekler koyan bir zekanın bu organizmaları tasarlayıp yarattığını kabul edersek, şaşkınlığımız sona erer, onların yapıları ile görevlerini kavramanın yolu bize açılır.
Buna karşılık estetik yargı gücü farklı çalışır. O, duyguya bağlı olduğundan özneldir. Oysa organizmalar alanında ve biyolojide, yargı gücü doğanın sanki bir ereği varmış ve o bunu biliyormuş gibi davranır, organizmaları bu varsayımsal ereklerine (teloslarına) göre inceler. Oysa estetikte böyle bir bilişsel (kognitiv) duruş, estetik hazzı zedeler. Kant, estetiğin temel kavramı olarak güzel kavramını da bu doğrultuda şöyle belirler: 1. ilgiden bağımsız hoşlanmanın nesnesidir, onunla salt seyir, kontemplasyon aracılığıyla bağ kurulur, 2. kavramsız hoşa gidendir, 3. nesnede bir ereğin bulunduğu tasarımı olmaksızın, bir nesnenin ereğine uygunluğunun formudur. Bunun gibi, yüce de, çok büyük olan, büyüklüğü bizde eziklik duygusu yaratan şeydir. Tabii yüce de, güzel gibi, nesnelerin kendilerinde bulunan bir nesnel nitelik değil, nesnelerin bizde bıraktıkları bir etkidir.2

Küçük Yazılar
Kant’ın yukarıda ana hatları kısaca hatırlatılmaya çalışılan Üç Kritik’i dışında, özellikle yaşamının son döneminde kaleme aldığı küçük oylumlu yazıları da büyük etki yaratmıştır. Ve hatta bu küçük yazılardan bazıları, örneğin Alman İdealizmini, Üç Kritik’ten bile daha fazla etkilemiştir. Onun “Aydınlanma”, “dünya yurttaşlığı”, “ebedi barış”, “evrensel dünya cumhuriyeti” üstüne bu küçük yazıları, günümüzde üzerlerinde yeniden ve yoğun olarak tartışılmakta olan yazılardır.

Yeni Kantçılık

Neden Kant’a Dönüş?
Kant’ın Rönesans’tan sonraki Avrupa felsefesinin hemen tüm çizgilerini kendi felsefesinde toplamış ve bunları kendi felsefesinin potasında birleştirmeye çalışmış bir filozof olduğu bilinir. Öyle ki, onun felsefesi, kendisinden sonraki tüm felsefeleri, bunlardan bazıları Kant’a karşı çıkmış olsa da, beslemiştir ve beslemeye devam etmektedir. Öyle ki, şu sözler, başka hiçbir filozof için söylenmemiştir: “Kant’a karşı çıkmak için bile önce Kantçı olmayı bilmek gerekir.”3
Yeni Kantçılık, ondokuzuncu yüzyılın ortalarında zurück zu Kant! (Kant’a dönelim!) sloganıyla ortaya çıkmış filozofların başlattığı ve son temsilcileri halen yaşayan, bu demektir ki, felsefe tarihinin tanıdığı en uzun ömürlü felsefe okulu, daha doğrusu aynı ad altında anılan bir felsefe okulları topluluğu olmuştur. Yeni Kantçılığın ortaya çıktığı dönemde Alman felsefesinde belli başlı felsefeler, felsefe akımları şunlardır: 1. Alman İdealizmi (Fichte, Schelling, Hegel vd), 2. pozitivizm (Comte, Häckel, sosyal Darwinizm), 3. Marksizm (Marx, Engels), 4. hermeneutik (Schleiermacher, Dilthey). Yeni Kantçılığın doğuşunda 1850’li yıllarda Eduard v. Hartmann ile H. v. Helmholtz’un Kant’a yönelik çalışmalarının etkili olduğu görülür. 1865’de Otto Liebmann, Kant und die Epigonen (Kant ve Taklitleri) adlı kitabında, zurück zu Kant! (Kant’a dönelim!) çağrısını yapmıştır.4 1866’da Friedrich Albert Lange, Geschichte des Materialismus und Kritik seiner Bedeutung in der Gegenwart (Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi) adlı iki ciltlik yapıtında Kant’ın bilgi öğretisi ışığında bir materyalizm tarihi ve eleştirisi ortaya koymuştur.5 Bu yapıtlar, Yeni Kantçılığın ilk ürünleri sayılır. Yeni Kantçılık 1850’lerden günümüze yüz elli yıllık bir geçmişe sahip olmakla birlikte, en etkili olduğu dönem, 1870-1940 arasındaki yetmiş yıllık dönem olmuştur.

Ondokuzuncu Yüzyıl Felsefesi İçinde
Yeni Kantçılığın Ortaya Çıkış Nedenleri
ı- Dönemin bazı filozofları o sıralarda büyük bir gelişme gösteren doğa bilimlerinin kendilerini felsefeden bağımsızlaştırma çabalarına ve kendisi de bir felsefe olmasına rağmen bu çabalara yataklık eden pozitivist felsefeye ve pozitivist bilim anlayışına karşı bir tepki duyuyorlar. Bu tepki yalnızca doğa bilimlerinin idolleştirilmesine yönelik bir tepki de değil. Özellikle pozitivist biyolojiye, Häckel’in ırkçılığa pek elverişli sosyal Darwinizmine de liberal/hümanist ve kısmen sosyalist bir tepki de burada belirleyici oluyor.6
ıı- Bu filozoflar Marxçı materyalizme karşı Kant’ın idealist bilgi öğretisinden hareketle bir eleştiri geliştiriyorlar. Ayrıca Marx’ın sınıf temeline dayalı sosyalist öğretisine karşı, ahlakçı bir sosyalist öğreti geliştirmek çabasındalar (bu nedenle Marxistler tarafından Yeni Kantçılık daha sonraları bir “burjuva öğretisi” olarak nitelendirilecek, Yeni Kantçı sosyalizm “revizyonist sosyalizm” adı altında kötülenecektir).
ııı- Aynı filozoflar Alman İdealizmine, özellikle Hegel’in spekülatif tarih felsefesine de tepkililer. Onlar, Hegel’in, iddia edilenin aksine, tarihi, insanın özgürleşme tarihi olmak bir yana, bir çeşit tanrısal determinizmin hüküm sürdüğü bir alana dönüştürdüğünü, insanı bir tanrısal determinizmin kölesi kıldığını ileri sürüyorlar.
ıv- Filozoflarımızın hermeneutik karşısında ikili bir duruşa sahip olduklarını saptıyoruz: 1. Yeni Kantçı filozoflar hermeneutiğin (özellikle Dilthey’ın) relativist tarih öğretisine ve tin bilimleri metodolojisine tepkililer; 2. aynı filozoflar, anlamanın hermeneutik içinde insanı, tarihi kavramada bir temel yönteme dönüştürülmesi çabasını destekliyor ve Dilthey’ın pozitivist doğa bilimi modelinin insan/tarih/toplum/kültür konularına uygulanmasına ilişkin eleştirisini büyük ölçüde onaylıyorlar.

Hareket Noktası: Kantçı Düalite
Yeni Kantçı okulların hemen hepsinin hareket noktası Kantçı düalitedir. Kantçı fenomen-numen ayrımı Yeni Kantçı okulların hemen hepsinde bir temel ayrım olarak onaylanır. Bir doğa varlığı olarak insan, fenomenler dünyası içinde nedensellik yasalarınca belirlenmiştir; fakat o, aklı ve özgür istenciyle bu fenomenler dünyasında kendisine ait bir numen dünyası, bir ahlaksal dünya kurar, kurabilir. Doğa bilimleri nedenselci/mekanist bir çalışma tarzı içinde doğayı araştırabilirler, doğa yasalarını ortaya koyabilirler. Fakat ahlak dünyası (daha genel olarak: tin/tarih/kültür dünyası) felsefenin ve özellikle (Kant’ın ihmal ettiği bir konuyu, değerleri ele alan) bir değerler felsefesinin izinde çalışacak olan “kültür bilimleri”nin konusu olarak inceleme konusu kılınmalıdır.
Böylece Yeni Kantçı okullar bir yandan Kant’a dayanarak bir doğa bilimleri eleştirisi ve bir “kültür bilimleri” epistemolojisi geliştirirlerken, diğer yandan bir değerler metafiziği eşliğinde bir insan, tarih ve toplum eleştirisi ortaya koyarlar.
Yeni Kantçı okulların bir ortak özelliği de, hemen hepsinin üniversite profesörü filozoflar tarafından kurulmuş ve geliştirilmiş olmasıdır. Bu yüzden, Yeni Kantçı okulların felsefesi, olumlu veya olumsuz anlamlarda, “profesör felsefesi”, “kürsü felsefesi”, “masa başı felsefesi”, “akademik felsefe” adlarıyla da anılmıştır.

Yeni Kantçı Okullar

Felsefe tarihi kitaplarında Yeni Kantçı okullar olarak en çok anılan okullar Marburg Okulu ile Heidelberg Okulu’dur. Oysa felsefe tarihi kitaplarında daha az yer tutsalar da, bu iki okul dışında beş okul, bu demektir ki, toplam yedi okul vardır. Önce bunların adlarını ve belli başlı temsilcilerini sıralayayım:

1. Fizyolojik Okul (H. v. Helmholtz, F. A. Lange, E. Zeller)
2. Metafiziksel Yeni Kantçılık (A. Riehl, B. Erdmann, H. Adickes, H. Vaihinger)
3. Marburg Okulu (H. Cohen, P. Natorp, E. Cassirer)
4. Heidelberg Okulu (W. Windelband, H. Rickert, E. Lask, M. Weber, K. Hübner)
5. Göttingen Okulu (L. Nelson, J. F. Fries)
6. Sosyolojik Yeni Kantçılık (G. Simmel)
7. Yeni Yeni Kantçılık (W. Cramer, H. Wagner)

Şimdi, bu okullar ve başlıca temsilcilerinin görüş ve katkıları hakkında kısa bilgiler vermeye geçebilirim:

Fizyolojik Okul
Hermann v. Helmholtz (1821-1894), Berlin Üniversitesi’nde fizik ve fizyoloji profesörü olarak çalışmıştır; Okul’un kurucusudur. Ondokuzuncu yüzyılda felsefeci/bilim insanı tipinin ilk örneklerinden sayılır. Duyumlar psikolojisinin kurucusudur. Duyumları, dış nedenlerin duyu organlarında yarattıkları etkiler olarak ele alır. Bu nedenle duyumlar nesneyi aynen yansıtmazlar, onlar sadece birer nesne sembolü olma işlevi yüklenmişlerdir. Dış dünya bizde nesne sembolleri halinde yansımasını bulur. Helmholtz, bu duyum öğretisinden hareketle, geometrinin ve doğa bilimlerinin yeniden temellendirilmesi yolunda çalışmıştır. Ona göre geometri ve doğa bilimleri, Kant’ın yıktığı logos-ontos denkliğine göre artık temellendirilemezler; matematik Descartes’ın dediği gibi “doğanın doğru dili” değildir; o ancak nesne sembolleri hakkında geliştirilmiş bir mantık dilidir.7
Friedrich Albert Lange (1828-1875), Adolf Trendelenburg’un (1802-1872) öğrencisi olup Marburg’da felsefe profesörü olarak çalışmıştır. 1865 tarihli Die Arbeiterfrage (İşçi Sorunu) adlı kitabından ötürü üniversite yönetimince kınanmış ve bir süre üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Sosyalist eğilimli filozofun en önemli yapıtı, 1866 tarihli Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi’dir.8 Lange, materyalizmi doğa bilimlerinin tek geçerli zemini saymakla birlikte, Kantçı epistemoloji açısından aynı materyalizmin bir çeşit metafizik olduğunu ileri sürer ve doğa bilimlerinin işin bu yönünden pek haberli olmadıklarının altını çizer. Bilim metafiziksel değildir; fakat onun dayandığı temel önermelerin bazıları metafiziksel niteliktedir. Lange, kapitalizmin yükselişe geçtiği 1860’lı yıllarda, kapitalizmden kaynaklanan ekonomik ve sosyal problemlerin çözümünde felsefenin görevden kaçamayacağını belirtir. Bununla beraber Lange, sorunların çözümünde vulger materyalistler olarak K. Vogt, L. Büchner, J. Moleschot’tan farklı düşünür ve onlarla polemiğe girer. Ve epistemolojik olduğu kadar sosyal sorunların çözümünde de Kant’a geri dönmenin gerekliliğini sürekli vurgular.9
Eduard Zeller (1814-1908), Berlin’de felsefe profesörüdür. Özellikle antik felsefenin büyük felsefe tarihçisi olarak anılır.10

Metafiziksel Yeni Kantçılık
Alois Riehl (1844-1924) Okul’un kurucusu ve en önemli temsilcisidir. Okul, Yeni Kantçı Avusturya Okulu adıyla da anılır. Riehl de Berlin’de felsefe profesörü olarak çalışmıştır. Kantçı kritisizm ile pozitivizmi bağdaştırmaya çalışan yapıtlar vermiştir. Ona göre dünya bizden bağımsızdır, bize aşkındır; o bize ancak fiziksel süreç ve şeylerin bir bağlamı olarak açıktır, verilidir; kendisi olarak değil. Buradan hareketle Riehl, bir yandan pozitif bilimlerin Kantçı açıdan epistemolojik temellendirmesi çabasını sürdürürken; öbür yandan insanın dünya görüşü gereksiniminde belirleyici olduğunu düşündüğü değerlerin bir felsefesine, fakat artık “bilimsel olamayacak olan” bir çabaya, bir değerler felsefesi veya değerler metafiziğine yönelir. Riehl’e göre Kant, değerler alanını hemen hemen tamamen ihmal etmiştir ve onun felsefesindeki bu boş yeri doldurmak gerekir. Riehl’in başyapıtı, üç ciltlik Der philosophische Kritizismus, 1876-87 (Felsefi Eleştirelcilik) adını taşır.11
Benno Erdmann (1851-1921), Kiel ve Breslau üniversitelerinde felsefe profesörü olarak çalışmıştır. Riemann ve Helmholtz’un geometri kuramlarını ele alan Die Axiome der Geometri, 1877 (Geometrinin Aksiyomları) ilk ve en çok etki bırakmış yapıtıdır. Fakat asıl ününü Kant felsefesini derinliğine yorumlayan yirmiye yakın yapıtı ile sağlamıştır.12
Erich Adickes (1866-1928), Tübingen üniversitesinde felsefe profesörü olarak çalışmıştır. O da Erdmann gibi, Kant felsefesi üstüne kitaplarıyla tanınmıştır. İki ciltlik Kant als Naturforscher, 1924-25 (Doğa Araştırmacısı Olarak Kant) en ünlü çalışmasıdır.
Hans Vaihinger (1852- 1933), Lange’nin öğrencisidir. Halle Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak çalışmıştır. Kant’tan etkilendiği kadar Schopenhauer’in de etkisi altındadır. Felsefesi Kantçı idealizm ile Schopenhauer’in irrasyonalizminden beslenmiştir. Geliştirdiği felsefeye “sanki varmış gibi “, “sözde varmış gibi”nin felsefesi [Philosophie des Als Ob] adı verilmiştir. Ona göre fiziğin, matematiğin ve nihayet felsefenin kavramları birer uydurmadır, birer yapıntıdır. Bunlar bizi cezbeden, fakat gerçeklikle doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan adlardan ibarettirler. Onları etkili kılan, uzun süren uzlaşımlar nedeniyle uzun ömürlü olmalarıdır. Bunların başında nedensellik kavramı gelir. Nedensellik ve buna bağlı olarak tüm doğa yasaları uydurmadır. Biz bunları sanki varmış gibi, öyleymiş gibi kabulleniriz, böylece onların ömürlerini uzatırız. Düşüncenin rolü ve işlevi gerçekliği yakalamak veya yansıtmak değil, bizi çevreye uydurmaktır. Düşüncenin biyolojik bir görevi vardır ve o da yapıntı ve uydurmalarla çevreye uymamızı sağlamaktır.13 Vaihinger Kant’ın 100. ölüm yılında, 1904’de, Kant-Gesellschaft’ı (Kant Derneği) kurmuş ve dernek yayını olarak, yayımı halen süren, ünlü Kant-Studien’in yayımcılığını yapmıştır.
Metafiziksel Yeni Kantçı Okul, ayrıca kendi içinde geliştirdiği “Kant filolojisi” çalışmalarıyla ünlüdür. Bu çalışmalarda Kant’ın tüm yapıtları dilbilimsel, filolojik, semantik ve semiotik açılardan derinliğine incelenmiş ve hatta bu konudaki çalışmalar bir akıma dönüşmüştür.

Marburg Okulu
Hermann Cohen (1842-1918), Marburg Okulu’nun kurucusudur. 1876’da Lange’nin Marburg’daki kürsüsünü devralır ki, bu tarih Okul’un kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Ona göre, gerçekliğin arkasına sarkmaya çalışan her felsefi girişim, her metafizik, boşuna bir çabadır. Logik der reinen Erkenntnis, 1902 (Salt Bilginin Mantığı) adlı yapıtında gerçekliğin metafiziksel bir temeli olmadığını, bilimin de felsefenin de matematik modelinde yeniden inşa edilmeleri gerektiğini savunur. Ethik der reinen Willens, 1904 (Salt İstenç Etiği) adlı yapıtında ise bir “salt etik bilimi” geliştirme çabasına girmiştir. Ästhetik der reinen Gefühls, 1912 (Salt Duygunun –Hissedişin– Estetiği) adlı yapıtında ise sanat eserinin neliğini çözümlemiştir. Cohen, yapıtlarının adlarından da anlaşılacağı üzere, Kant’ın Üç Kiritik’ine koşut, üç bölümlü bir sistem geliştirmek istemiştir. Daha önce Cohen Kant’ın Üç Kritik’ini derinliğine yorumlayan üç kitap yayımlamıştı. Onlar ve bu son üç kitap, Cohen’in sisteminin ana yapıtlarıdır. Cohen özellikle son üç kitabında Kantçı epistemoloji ve Kant’ın önsellik (apriorite) öğretisinden hareketle, her türlü kültürel ürüne Kantçı önsellik öğretisinin öğrettiği şekliyle a priorilerin öngeldiğini ileri sürmüştür. Cohen, Kant’ın “kendinde şey” kavramına getirdiği yorumla da ünlüdür. Ona göre “kendinde şey”, ne kadar çaba sarfedilirse edilsin, metafiziğe ait bir kavram olmaktan kurtulamaz. Bu kavram her anıldığında reddedilmelidir, onun bir varlık kavramı olarak anlaşılmasına izin verilmemelidir. “Kendinde şey” yoktur; bununla birlikte o, bilginin sınırlarının çizilmesi bakımından gerekli bir kavram olarak korunmalıdır. Ve Kant’ın bu kavrama başvurmaktaki amacının da yeni bir metafiziğe kapı aralamak değil, tam tersine fenomenal bilgiye meşru bir sınır çizmek olduğu görülmelidir. Son yıllarında ise Cohen, Kant etiğinde Eski Ahit’te, Tevrat’taki ahlak anlayışının bir formülasyonunu görmek istemiş, Religion der Vernunft aus der System der Philosophie, 1919 (Felsefe Sisteminden Çıkan Akıl Dini) ve Begriff der Religion im System der Philosophie, 1915 (Felsefe Sistemi İçinde Din Kavramı) adlı son yapıtlarında Alman idealist felsefe geleneği ile Yahudiliği bağdaştırmaya çalışmıştır. Onun bu konudaki düşünceleri Yahudi düşmanlığının başladığı o yıllarda etki bırakmamış veya olumsuz karşılanmıştır. Fakat Cohen’in düşünceleri öğrencileri Nicolai Hartmann, Franz Rosenzweig, Paul Natorp ve Ernst Cassirer’i etkilemiştir. Hartmann ve Rosenzweig daha sonra yollarını ayırmışlarsa da, Okul Natorp ve Cassirer’le gelişimini sürdürmüştür.14
Paul Natorp (1854-1924), 1885’den itibaren Marburg’da profesör olarak çalışmıştır. Die Philosophie, ihr Problem und ihre Probleme, 1911 (Felsefe, Problemi ve Problemleri) adlı yapıtı, Kant’a, Yeni Kantçılığa ve hocası Cohen’in öğretisine iyi bir giriş kitabı sayılır. En ünlü yapıtı Platos Ideenlehre, 1903 (Platon’un İdealar Öğretisi)’dir. Bu kitabında Natorp Kant’ın kategoriler öğretisini Platon’un idealar öğretisiyle karşılaştırmış ve hatta Kant’ı Platoncu açıdan yorumlamaya çalışmıştır. Felsefe tarihi alanındaki çalışmaları, açık bir dille kaleme alınmış olmaları nedeniyle akademik çevre dışında da etkili olmuştur. Pedagog olarak Pestalozzi üstüne çalışmaları da vardır. “Birey olarak insan”ın karşısına “sosyal insan”ı koyar. Ona göre insanlık durumu içinde somut olan birey değil, topluluk ve toplumdur. Gerçi birey tamamen toplumun ve topluluğun belirlenimi altında değildir; bununla birlikte, bireyin topluluk ve toplumdan bağımsız bir varoluşu ve tanımı da yoktur. Bu yüzden her türlü bireyci öğreti, eksik bir öğretidir. Natorp’a göre yaşamaya bilimsel yolla nüfuz edilemez. Yaşamanın bütünlüğüne ve anlamına yine ancak yaşamanın içinden varılabilir. Dolayısıyla bir genel mantık doğa bilimlerinin mantığı değil, kapsayıcı bir felsefi sistematik olmalıdır. Natorp bu görüşlerini Philosophische Systematik, 1958 (Felsefi Sistematik) adlı yapıtında geliştirir. O da hocası Cohen gibi Almanlık ile Yahudilik arasında bir bağ kurar ve sonradan “sosyal idealizm” ve “idealist sosyalizm” olarak adlandırılan yeni bir sosyalizm görüşü geliştirir. Natorp, Yeni Kantçı okullar içinde kendisinden sonra gelen sosyalist eğilimli filozofları etkilemiştir. Ayrıca öğrencisi Martin Heidegger ve teolog Friedrich Gogarten de onun görüşlerinden etkilenmişlerdir.15
Ernst Cassirer (1874-1945), Hamburg’da profesör olarak çalışmıştır. Yahudi asıllı filozof 1933’de Nazilerin yönetime gelmesi üzerine Almanya’yı terk etmiştir. Cassirer en üretken Yeni Kantçıdır; yapıtlarının sayısı yüzü aşmaktadır. Filozof olarak yaşamının her döneminde felsefe problemlerinin tarihiyle yoğun şekilde ilgilenmiş, felsefe tarihçiliğinin klasikleri arasına girmiş çok sayıda monografi ve inceleme yayımlamıştır. Onun felsefesi, esas itibariyle düşünüş şekilleri ve sembolik formların neliğini ortaya koyma girişiminin bir ürünüdür. Ona göre, nesneyi içinde bulunduğu bağıntılara göre kavramamızı sağlayan bilimsel düşünüş yanında, dilsel düşünüş, mitik-dinsel düşünüş ve sanatsal görü tarzları da vardır. Cassirer, insanlık tarihinde, doğrudan nesnelere yönelik düşünüş şeklinden nesneleri ikincil kılan, sembolik- işlevsel-bağıntısal düşünüş şekline doğru bir geçiş olduğunu, bunun sonucu olarak ve bundan sonra doğayı ve tarihi ve hatta bizzat insanı sembolik formlar altında tanımaya başladığımızı göstermek ister. Hocaları Cohen ve Natorp’un geç yapıtlarındaki metafizik-mistik havadan hiç etkilenmemiştir. Ayrıca Cohen’in aşırı doğa bilimci tavrını da benimsememiştir. Tüm çalışmalarında tarihsel ve sistematik yönelimlerin beraberliğine rastlanır. Ününü önce felsefe tarihi çalışmalarıyla yapmıştır. Bu çalışmalarından bazıları şunlardır: Kants Leben und Lehre, 1918 (Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi),16 Das Erkenntnisproblem in der Philosophie und Wissenschaft der neueren Zeit, 4 cilt, 1906-20 (Yeniçağ Felsefe ve Biliminde Bilgi Problemi), Die Philosophie der Aufklärung, 1932 (Aydınlanma Felsefesi), Die Platonische Renaissance in England und die Schule von Cambridge, 1932 (İngiltere’de Platoncu Rönesans ve Cambridge Okulu), Goethe und geschichtliche Welt, 1932 (Goethe ve Tarihsel Dünya), Zur modernen Physik, 1957 (Modern Fizik Üstüne). Bu çalışmalarında Platon’un “idea”sı ile modern doğa bilimlerinin “yasa”sı arasında kurduğu ve çok tartışılmış olan koşutluk bugün de tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Ona göre Rönesans’ta ortaya çıkan “bilgi” kavramı, Kant felsefesinde en olgun işleniş şeklini bulmuştur. Cassirer, felsefe ve bilim tarihindeki gelişmeleri tinsel/tarihsel yaşamın diğer öğe ve gelişmeleri ve etkenleriyle birlikte ele alır ve bununla matematiksel/doğabilimsel bilginin tek yanlılığını göstermek ister ki, bu tavrı onu kültür felsefesine yöneltir. Substanzbegriff und Funktionsbegriff, 1910 (Töz Kavramı ve İşlev Kavramı) bu konudaki ilk sistematik yapıtıdır. Bu yapıtta Cassirer, fizik biliminin nesnesi ile kimyanın ve biyolojinin nesnelerinin farklı olduğunu, kimyada ve biyolojide mekanizmin ve determinizmin yetersiz kaldıklarını, bu bilimlerde erek fikrine ve erekselciliğe yer açmanın gerekli olduğunu vurgulayarak bir kültür felsefesi geliştirmeye girişir. Bilimsel düşünüş kalıbının indirgeyiciliğinden ve tekyanlılığından sıyrılmak, dilsel, mitik-dinsel düşünüş şekillerinin ve sanatsal görü ve duyuş kalıplarının değerini teslim etmek gerekir. Bu düşünüş şekilleri ve kalıplar, topluca, insanlığın ve kültürün bütün olarak ortaya çıkmasında ve kurumlaşmasında etkilidirler. Dolayısıyla insanlığı bilimin ışığında incelemekten öteye geçecek, hatta bilimin kendisini de insanlığın gelişimi içinde ele alacak bir felsefi düşünüşe gereksinim vardır ki, “kültür felsefesi”nin konusu tam da “kültür” denen şeyin oluşumunu sağlayan bu düşünüş şekilleri ve kalıplarıdır. Bu düşünüş şekilleri ve kalıplar, insanlığı insanlık yapan sembolik formlardır. Cassirer Die Philosophie der symbolischen Formen, 3 cilt, 1923-29 (Sembolik Formlar Felsefesi) adlı yapıtında bu formları inceler. Bu yapıtta dil, mitos, sanat, din, bilim ve felsefeyi, düşünüş şekilleri, duyuş/seziş kalıpları yani sembolik formlar, dünyayı anlamanın yapıtaşları olarak derinliğine ele alır ve bu incelemelere dayanarak insana artık animal rationale’den (akıllı hayvan) çok animal symbolicum (sembolleştiren hayvan) demenin gerektiğini ileri sürer. Cassirer’in etkisi, Okul’un diğer üyelerinin etkisinden çok daha fazla olmuştur.17 Ayrıca Kant’ın tüm yapıtlarının 10 büyük boy cilt olarak yayımlanmasını sağlamıştır. Cassirer’in siyasi görüşleri de Yeni Kantçı liberal/hümanist sosyalizme yakındır.18

Heidelberg Okulu
Okul, Güney-Batı Almanya Yeni Kantçı Okulu ve ayrıca Baden Okulu adlarıyla da anılır. Marburg Okulu filozofları (Cassirer dışında) sosyal bilimlerin/tin bilimlerinin felsefi temelleri ve metodolojisi konularıyla doğrudan ilgilenmemiş, bu konuların etik ve estetik içinde işlenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık Heidelberg Okulu’nun merkezcil problemi “sosyal bilimler”, “tin bilimleri”, “kültür bilimleri”, “tarih bilimleri”, “insan bilimleri”, “idiografik bilimler” gibi değişik felsefe anlayışlarınca değişik adlar verilmiş olan bilimlerin, (bizdeki neredeyse resmileştirilmiş yaygın adıyla “sosyal bilimler”in) felsefi temelleri ve metodolojisi olmuştur. Okul bu konuda Dilthey’ın hermeneutik temelli “tin bilimleri epistemolojisi”nden etkilendiği kadar, bazı yönlerden Dilthey’a karşı eleştirel bir tavır da almıştır. Okul’un kuruluş ve gelişiminde felsefe tarihçisi Kuno Fischer (1824-1907)19 önemli etkide bulunmuştur.
Wilhelm Windelband (1848-1915), Heidelberg’de profesör olarak çalışmıştır. Okul’un kurucusudur. Felsefe tarihçisi olarak büyük ün yapmıştır. Ayrıca felsefe tarihçiliğinde “problem tarihçiliği” olarak anılan bir tarzın başlatıcısıdır. Buna göre, felsefe tarihçiliği, filozofların ve felsefe okullarının temel kavram, görüş ve sistemlerini anlatan bir tarz yanında, esasen problemleri anlatan ve filozofların görüşlerine problemlere getirdikleri çözüm önerileri olarak yer veren bir tarzı benimsemelidir. Kendisini bu yolda izleyen ve daha sonra Okul’dan ayrılan Nicolai Hartmann’a göre de, felsefe tarihinin gövdesini filozofların görüşleri ve felsefe sistemleri değil, tersine felsefe problemleri oluşturur. Filozofların görüşleri ve sistemler, gövdeye tutunan dal ve yapraklar gibidir; bazıları solar, çürüyüp gider; fakat problemler hep ayakta kalır. Windelband’ın Handbuch der Philosophiegeschichte, 1892 (Felsefe Tarihi El Kitabı) adlı yapıtı, günümüzde de sık sık yeni baskıları yapılan bir yapıt olmuştur. Bunun gibi Einführung in die Philosophie, 1914 (Felsefeye Giriş) adlı kitabı da, felsefenin bir arkitektoniğini sunmakla, yine günümüzde, bir temel başvuru kaynağı olmayı sürdürmektedir. Windelband, Kant’ın önemini, Marburg Okulu’nda olduğu gibi, onun bilim ve felsefe arasındaki bağı yeni bir şekilde kurmasında bulur. Ne var ki, aynı anda, Kant’ı matematiksel doğa bilimlerini öne çıkardığı, buna karşılık kendisinden sonra büyük bir gelişme gösteren tarih/tin/kültür bilimlerinin hakkını vermediği için eleştirir ve bu onun Marburg Okulu’nun doğabilimciliğini de eleştirdiği nokta olur. Windelband, bu eleştiriyle birlikte ve Kant felsefesinin bir açığını kapatmak amacıyla, tarih/tin/kültür bilimlerinin (pozitivist bilim felsefesi geleneğindeki adıyla: “sosyal bilimler”in) özgül yapısını ve metodiğini ele alır ve Kant’tan bilinçli olarak uzaklaşarak bu bilimlere bir felsefi temel arar. Windelband’a göre, “Mantık düşünmenin etiğidir”; nasıl düşünmemiz gerektiğini bir ahlaksal buyrukmuş gibi bize dikte eder. Mantık ilkelerine dayalı olarak düşünmek sadece bir bilişsel zorunluluk değil, aynı zamanda bir ahlaksal gereklilik, bir buyruktur da. Bunun gibi evreni algılayışımız da sadece bilişsel bir hal değildir; evreni aynı zamanda mantık kalıplarına göre kavrama gerekliliği yani buyruğu da bu algılayışa eşlik eder. Öyle ki, her türlü bilgisel ve ahlaksal yapı, esasen bizim oluşturduğumuz, bizim geçerlilik kazandırdığımız bir yapıdır. Bilgisel ve ahlaksal, her türlü geçerliliğin kaynağı biziz. Ve her şey bize kendi ürünümüz olan geçerlilik kalıpları içinde açıktır. Mantık ilkeleri bile ahlaksal buyruk kipinde olduklarına göre, tüm geçerlilik kalıpları aynı zamanda değer kalıplarıdır da. Windelband insan düşünmesinde ve yaşamında dört “geçerlilik kipi” ve dört “değer kalıbı”ndan söz eder. Mantık ilkeleri ve bunların geçerliliği en ilksel ve evrensel olanlarıdır. Daha sonra sırasıyla bilgisel (Doğru), ahlaksal (İyi) ve estetik (Güzel, Yüce) değer kalıpları gelir. Bu durumda felsefe esasen bir değerler bilimi veya bir değerler felsefesinden başka bir şey olmaz. Öyle ki, felsefe, bir yandan evrensel/rasyonel ilişkilerin (mantıksal, bilgisel değerlerin), öbür yandan tüm kültürlerin temellerinde yatan ve hepsi de değer kaynaklı olan ahlaksal ve estetik düşünüş ve duyuş/seziş biçimlerinin a priori kaynaklarını araştırma etkinliği haline gelir. “Felsefenin tümü bir değerler bilimidir” savıyla yola çıkan Windelband, Doğru, İyi, Güzel, Yüce başlıkları altında, mantıksal, bilgisel, ahlaksal, estetik değerlerin dünyayı kavrayış tarzımızı öncelediklerini, zaten felsefenin de tam da bu nedenle bir “değerler bilimi” olması gerektiğini tekrarlar. İşte, tarih/tin/kültür bilimlerinin konusu da, insanların ve toplumların değerlere bağlı olarak gerçekleştirdikleri bir dünya, bir kültür dünyasıdır.
Windelband, 1894’de Strassburg Üniversitesi rektörü olarak yapmış olduğu ve Geschichte und Naturwissenschaft (Tarih ve Doğa Bilimi) başlığını taşıyan ünlü rektörlük konuşmasında, doğa bilimleri ile tarih/tin/kültür bilimlerini aşağıdaki kriterlere göre birbirinden ayırır. Windelband “sosyal bilimler” terimine, Comte pozitivizminin bir terimi olması nedeniyle başvurmak istemez. O “nomotetik bilimler” (yasa ortaya koyucu bilimler) ve “idiografik bilimler” (bir defalık olanı anlayıcı bilimler) terimlerine başvurur ki, ilk kez onun kullandığı bu terimler, günümüz bilim felsefesi çalışmalarında en sık kullanılan klasik terimler haline gelmişlerdir. Windelband’ın bilim felsefesi tarihine mal olmuş bu ayrım tablosu şöyledir:


Nomotetik Bilimler________________ :

1. Genel, zorunlu (apodiktik) yargılarla çalışırlar.
2. Genelin bilgisine yönelirler.
3. Gerçekliğin aynı kalan, tekrar eden formunu dikkate alırlar.
4. İde (modern bilimde: doğa yasası) peşindedirler; bilgisel amaçları yasalara ulaşmaktır.
5. Soyutlamacı bir tutumla çalışırlar.
6. Nomotetik çalışırlar; yasalar ortaya koymak isterler.
7. Yasa bilimidirler.
8. Konuları doğadır.

İdiografik Bilimler___________________:
1. Tekil, yalın (assertorik) yargılarla çalışırlar.
2. Özgül olanın bilgisine yönelirler.
3. Gerçekliğin bir defalık, tekrar etmeyen, bir anlık içeriğini dikkate alırlar.
4. Tekil bir durum, şey, olay peşindedirler. Bilgisel amaçları bir defalık hallerin bilgisine ulaşmaktır.
5. Görüye, sezgiye, empatiye ve anlamaya dayalı bir tutumla çalışırlar.
6. İdiografik çalışırlar; tekil ve tekrar etmeyeni anlamak isterler.
7. Olay bilimidirler.
8. Konuları insan, tarih ve kültürdür.

Bu tablonun ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz.: Özlem, D. Max Weber'de Bilim ve Sosyoloji, 1990, 3. baskı: İnklâp Yayınevi, 2001.

 

Windelband, tarih/tin/kültür bilimlerinin temellendirilmesinde tekil/tarihsel nesnenin seçimini şart koşan değersel bakış açısında yoğunlaşır. Şüphesiz, olup biten her şey tarihsel olay niteliği taşımaz. Tarihsel olay, herhangi bir anlama sahip, herhangi bir anlama göre olup bitmiş olaydır. Fakat bu, tarihsel bakımdan “anlamlı olma”nın ne olduğunu belirtmeyi, onun bir ölçütünü ortaya koymayı gerektirir. Bu tür ölçütler de, ancak, felsefenin yerini alacak olan genelgeçer bir değerler sisteminden çıkarılabilir. Çünkü anlamlı olma, değer-bağımlı olma demektir. Ve insan ve kültür dünyasında değer-bağımlılık alanından başka bir anlam alanı yoktur. Felsefenin yerini alacak böyle bir değerler sisteminin temel taslağı, değerlerle hiç ilgilenmemiş olsa da, zaten Kant tarafından Üç Kritik’te insan tininin edimleri olarak verilmiştir: Düşünme, İsteme, Hissetme. En yüksek değerler, bu üç temel edime koşut olarak, Doğru, İyi ve Güzel’dir. Marburg Okulu filozofları gibi Windelband da dine özel bir yer ayırır. Windelband’a göre, daha önce de belirtildiği gibi, insanın değere bağlı edimlerinin çerçevesi, mantıksal, etik ve estetik değerlerle ortaya çıkar. Din ise özel bir kültür alanı değildir. Bu yüzden Doğru, İyi ve Güzel gibi genelgeçer değerler (veya değerler sınıfı) yanında Kutsal gibi bir özel değer (veya değerler sınıfı) yoktur. Tersine, duyularüstü bir gerçeklikle ilgili oldukları kadarıyla, bunlardan, doğruca adı geçen değerler kastedilir aslında. Buna bağlı olarak Windelband, değerlerin statüsünü, hocası Lange’nin etkisiyle, var olmayan ama geçerli olan şeyler olmalarında bulur. Onların bir normal bilinçte kendi aşkın yerlerini buldukları kabul edildiğinde, değer teorisinin tüm özgüllüğü ortaya çıkar. Değerler öznel edimselliğin ideal temelleridir; fakat onların herhangi bir teolojik, dinsel veya metafizik kökeni yoktur. Windelband sadece tarih/tin/kültür bilimlerinin temellendirilmesi bakımından bir kültür felsefesinin dayanacağı bir değer teorisi taslağı ortaya koymakla ilgilenmez; aynı zamanda son yıllarında teolojik ve metafizik içermelerinden arındırılmış bir Hegelciliğin yenilenmesine de çalışır ve Kantçı çizgiden çok Yeni Hegelciliğe yakın bir çizgi izler.21
Heinrich Rickert (1863-1936), Windelband’ın öğrencisidir. Heidelberg’de profesör olarak çalışmıştır. Hocasının izinde değerler felsefesini geliştirmeye çalışmasının yanında, doğa bilimleri ve tarih/tin/kültür bilimleri ayrımıyla da yoğun olarak ilgilenmiştir. Rickert esas olarak Kant’ın aşkınsal idealizminden bir eleştirel ontolojiye geçme girişimiyle anılır. Özellikle değer problematiğiyle ilgilendiği dönemde bir çeşit “değer ontolojisi” geliştirmek istemiştir. Ona göre değerlerin kültürün taşıyıcıları olduklarında, onların kültür yaşamını belirlediklerinde hiçbir şüphe yoktur. Öyle ki, ona göre değer bilgiyi de önceler; çünkü en nihayet bilgi de bir değerin (Doğru) gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Bu konuda o Fichte’yi izleyerek pratik aklın teorik akla önceliğini savunmuştur. Rickert’in bilimler sınıflandırması ve kendi verdiği adla “kültür bilimleri”ni temellendiriş şekli, özellikle dostu ve öğrencisi Max Weber’in bilim anlayışını ve sosyolojiyi bir bilim olarak temellendirişini etkilemiştir. Onun bilim eleştirisinden bir diğer öğrencisi, doktora hocalığını da yaptığı Martin Heidegger de etkilenmiştir. Rickert’e göre pozitivist bilim anlayışı bir dogmatik natüralizme dayanmaktadır ki, bu dogmatik natüralizm, Comte’tan beri, pozitivistlerin “sosyal bilimler” diye adlandırdıkları “kültür bilimleri”nin de doğa bilimi modelinde kurulmaları girişiminde yönlendirici olmuştur. Pozitivistler “bilim” kavramını “deneyimsel bilim” ile sınırlandırdıklarından, duyusal deneyim konusu olamayan değerlerin toplumsal yaşamdaki belirleyici rollerini anlayamamışlardır. Bu konuda Dilthey’dan etkilenen Rickert’e göre, Comte, kendi verdiği adla “sosyoloji”sini böyle sınırlı bir bilim anlayışına, “pozitif bilim” modeline göre kurmakla, eksik ve hatta yanlış bir bilim ortaya çıkarmıştır. Rickert’e göre, Kant’ta olduğu gibi, bilgi, öznenin bir inşasıdır, bir kurgusudur. Ve bu inşada belirleyici olan, temeli oluşturan şey, Windelband’ın da ifade ettiği gibi, mantıktır. Dolayısıyla doğa bilimleri de, kültür bilimleri de, mantıksal kuruluşları bakımından aynı zemin üzerindedirler. Ancak onlar farklı yöntemler kullanırlar. Çünkü, farklı bilgisel ilgilere ve bilgisel hedeflere sahiptirler. Doğa bilimlerinin ilgisi, Windelband’ın işaret ettiği üzere, konularını genellik tasarımı altında bilmeye yöneliktir, hedefi ise genel yasalar (doğa yasaları) ortaya koymaktır.

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640587 ziyaretçi (1178392 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol