İroni ve Melankoli*
Jean Starobinski
Melankolik krallar
En arkaik ve en “naif” biçimiyle masal kendi köklerini göstermeyi sever: masalcı masalın doğuşunu anlatır. Ona bir varlık nedeni, bir ereklilik atfeder. Anlatının gerekli hale geldiği tekil bir durumdan yola çıkmak uygundur: bilindiği gibi Binbir Gece Masalları’nda anlatısal ilişkinin kurulmasını dile getirmekte çok titiz davranılır: ne anlatıcı kadının iki dinleyicisiyle bağı ne de ortaya konan şey kayıtsızdır. Acımasızca aldatılan ve acımasızca yanılgıdan kurtarılan Şehriyar’a göre kadınlar artık yok gibidir: madem ki sadakat bir aldatmacadır, madem ki duydukları bağlılığın ömrü bunca kısadır, elde edilir edilmez öleceklerdir. Şehriyar artık zamana güvenmeye cesaret edemez: Şehrazad’ın durmaksızın kesintiye uğratılan anlatısı –eşikte bekleyen infazın hep ertesi güne atılmasını sağlar bu kesinti– Şehriyar’ın evrenine, zamanı merak olarak yeniden sokar. Masalcı kardeşler Şehrazad ve Dinarzad’ın oluşturduğu asimetrik çift, ilişkilerine ilişkin düşkırıklıklarının intikamını almaktan başka bir şey düşünmeyen hükümdar biraderler Şahzaman ve Şehriyar’ın oluşturduğu asimetrik çiftin dişil ve doğurgan antitezidir. Kan dökücü bir melankolinin durmaksızın yaşamın karşısına koyduğu olumsuzlamanın değişik hallerini ortaya sermek için Şehrazad’ın sesi de masallar uyduran düşgücünün sonsuz kaynaklarını durmaksızın ortaya serer. Böylece masal, yaşayan zamanda bilinci gelişme gösteremeyen kişiye bir çare olarak belirir.
Hafif bir eğlence olsa da masal, kederleri, sıkıntısı, üzgün hali yüzünden yaşamdan uzaklaşan kişiyi canlandırabilecek (onu “cezbedip büyüleyerek”) sağaltıcı bir müdahale olmak ister. Kutsal Kitap’ta Saul’un “kötü ruhunu” müzikle yatıştıran Davud örneği*, ya da mitolojide kederli Ariadne’nin yardımına koşan Dionysos örneği üzerine, sanatçının yapıtı, hattâ filozofun yapıtı, gerekçelerini sürekli olarak, ıstıraba ya da melankolik yalnızlığa kapanıp kalmış varlıklara getirdiği tesellide, yatıştırmada ya da eğlendirmede aramıştır. En azından Rabelais’den beri ve bütün Barok çağı boyunca, kendini melankolinin “ilacı” ya da ona karşı “koruyucu” olarak gösteren “güldürücü” yapıtlar saymakla bitmez. Baleler ve “maskeli oyunlar” için, onuruna bürlesk sahneye girişler ve gülünç sahneler düzenlenen sıkıntılı bir prensi canlandırmak alışılmış bir gerekçedir.
Napolili Basile’nin masal derlemesi –Pentamerone– gülemeyen ve melankolisi hiçbir biçimde iyileşmeyen bir prensesin öyküsünden kaynaklanır:
C’era una volta un re di Vallepelosa, che aveva una figliuola chiamata Zoza, la quale, come fosse nuovo Zoroastro o nuovo Eraclito, mai non si vedeva ridere. Il misero padre che non aveva altro spirito che quest’unica figliuola, non tralasciava cosa alcuna per toglierle la malinconia, et faceva venire, per stuzzicarla a ridere, ora quelli che camminano sulle mazze, ora quegli altri che s’infilano nei cerchi...
Sonuçsuz kalan eğlencelerin listesi uzundur... Ama bir gün kederli baba kızının penceresinin altında çeşmelerden yağ akıttırır, yoldan geçenlerin üstü başı lekelenmesin diye gülünç manevralar yapacağını umar. Bir kocakarı belirir; elindeki süngerle yağı küçük bir testiye doldurmaya uğraşır. Genç bir uşak –un diavoletto di paggio– bir taş atıp testiyi kırar. Küfür dağarcığının bütün zenginliğiyle ortaya döküldüğü kavga sırasında kocakarı “sabrın kucağından kurtulur, sahnenin perdesini kaldırır” ve “ağaçlı manzarayı” gösterir (fece vedere la scena boschereccia). Bu çok eski “iğrenç” ve “apotropeen [yıldızların kötü etkilerini kovan, başka tarafa yönelten]” bir büyüdür. Zoza kahkahalarla gülmeye başlar. İşte melankolisinden iyileşmiştir, ama kocakarı prensese bir aşk büyüsü yapar: prenses alnına yazılmış tek kocaya, prens Taddeo’ya kavuşmak üzere yollara düşecektir. Arayışı tam sona ermek üzere gibi görünürken başarısızlığa uğrar: siyah bir köle kadın prensin yatağını gaspetmiştir; perilerin yardımıyla Zoza hamile kölede masal dinlemek için “melankolik” bir arzu uyandırır; on kadın beş gün boyunca masal anlatacaktır... Zoza en sonunda kendi hikâyesini anlatabilecektir; gaspçı kadının maskesi düşürülecek, Zoza da en sonunda kraliçe olacaktır.
Bu çocuksu tema Carlo Gozzi’nin ilk piyesi L’Amore delle tre Melarance’nin (“Üç Portakalın Aşkı”) kalkış noktasıdır. Ama masal burada naif ve “vahşi” halinde değildir artık. İronik bir alegoridir. Tarot’ların kralının oğlu Tartaglia çok fazla kötü edebiyat okuduğu için melankoliden helak olmaktadır: sözcüğün tam anlamıyla, Rahip Chiari’nin zararlı tumturaklı sözleriyle tıka basa dolmuştur. Zaten Rahip Chiari’nin yapıtı sahnede kötü “fata Morgana” tarafından canlandırılmaktadır. Goldoni’nin tiyatrosunu temsil eden müneccim Celio daha iyilikseverdir; prensin yüzünü güldürmek için Truffaldino’yu görevlendirir. Arlecchino’nun Bergamo’lu varyantı Truffaldino belki de Arlecchino gibi, arkaik bir iblisin uzak mirasçısıdır. Basile’de “diavoletto di paggio”nun olan rol belirgin biçimde ona düşer; “fata Morgana” kocakarı rolündedir, Truffaldino’nun hakaretleri karşısında yere düşer, bacakları havaya dikilir (a gambe alzate). Gozzi’nin “düşünsel çözümlemesi” gösterinin anahtarını verir bize: “Tutte queste trivialità, che rappresentavano la favola triviale, divertivano l’uditorio colla loro novità, quanto le Massere, i Campielli, le Baruffe Chiozzotte, e tutte l’opere triviale del Sig. Goldoni”.
Besbelli ki Gozzi naif bir çocuk öyküsünün temsiliyle sınırlı kalmak istemez: masalın aleyhine yazınsal bir elilanı vermeye çalışır. Ama masalın, mantığın bilmediği bir gerekçesi vardır. Gozzi, istemeye istemeye, masalların kudretine maruz kalacaktır: eleştiri ve parodi niyetine rağmen, çok temel bazı psişik gereklilikler ortaya çıkar gibi olup biter her şey. Gozzi’nin eleştirel zekâsı, yararlanmak istediği masal evreni tarafından tersten yakalanacaktır. Halkın alkışı ve bilmem hangi içsel kabulleniş Gozzi’yi önemini tahmin etmediği bir yönde konuşmaya zorunlu kılacaktır. Elbette, Tartaglia’nın muzdarip olduğu “kara safra”* dolgunluğu, göz yaşartıcı komedyalardan ve tumturaklı dramalardan meydana gelmiştir. Ama Gozzi’nin daha sonraki piyeslerinde başka melankolik prensler ortaya çıkacaktır, ne hastalıkları ne de mizaçları en ufak bir yazınsal polemiğe yol açmayacaktır. Masalın kendi boyutu üstünlüğünü koyar ortaya: melankolik krallar, sürgüne gönderilmiş prensler, yok sayılan mirasçılar, burada, en eski anlatı geleneklerinden birine uygun olarak, dünya düzenini bulandıran gizemli bir bozulmanın kurbanıdır. Anlatı, olağanüstü serüvenler arasında, karışıklığın nasıl üstesinden gelindiğini ve her şeyin gerçek yerine nasıl geri konduğunu anlatır.