edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
Esra Akcan


 

1.
Derrida’nın yapılı çevre üzerinde iki tür etkisi olmuştur – Derrida hiçbir yazısına bu kadar sıradan ve kategorileştirici bir giriş cümlesiyle başlamazdı herhalde. Buradan okuyucu, yazarın Derrida’yla pek de özdeşleşmek istemediğini anlamıştır. Diğer taraftan, bizzat bu cümleyi kurmasından ve metnin yabancılaştırıcı kurgusundan henüz ortaya çıkmamış bir nedenle, belki de bahsedilen türlerden bir tanesi nedeniyle, biraz Derrida gibi düşünmek ve yazmak istediği de söylenebilir. 1990’lar boyunca Derrida’nın adını dünyanın hemen her köşesindeki mimarlık öğrencileri bilirdi. Felsefeye pek de özel ilgileri olmayan mimarlar arasında Derrida’nın bu kadar popülerleşmesi, dönemin moda akımının “yapıbozumcu mimarlık” olarak isimlendirilmiş bir stil olmasına bağlıydı. 1980’lerin ortalarında, mimar Bernard Tschumi ve Peter Eisenman, Derrida’yla bağlantıya geçmiş, yazarın fikirlerinin mimarlar arasında yaygın olduğunu anlatıp, beraber çalışmayı önermişlerdi. Bundan sonraki on yılı aşkın bir süre boyunca, Derrida, Tschumi’yle Paris’teki La Vilette Parkı’nın yapım sürecinde, Eisenman’la ise çeşitli tartışma panelleri ve ANY konferans serisinde beraber bulundu. 1988’de New York MoMA’da, Philip Johnson ve Mark Wigley’in küratörlüğünde düzenlenen Yapıbozumcu Mimarlık sergisinde, yedi yıldızı parlamakta olan mimarın son yıllarda yaptıkları çalışmalar, Derrida’ya referans verilerek yapıbozumculuk olarak isimlendirildiğinde, akım dünyada popülerliğini tırmandırmaya başlamıştı artık. 1988’deki serginin buluşturduğu yedi mimar (Peter Eisenman, Frank Gehry, Zaha Hadid, Coop Himmelblau, Rem Koolhaas, Daniel Libeskind, Bernard Tschumi) bugün halen en büyük konferans salonlarını tıka basa dolduruyor, en etkin güç koltuklarında oturuyor, en anıtsal ve önemli projeleri kapıyor. Derrida’nın çeşitli disiplinlerde yapmak istediklerine ve Batı hümanizminde yarattığı etkiye bakıldığında, ona referansla hayata başlayan (belki de başlarken bitiren) bu mimarlık stilinin bu kadar iktidarda bir konuma oturması hiç şüphesiz çelişkilidir. Daha önce de mimarları etkileyen filozoflar olmuştu, ancak hiçbiri Derrida kadar mimarlarla birebir çalışmamıştı. Mimarlar için Derrida, Derrida için mimarlık neden bu kadar önemli olmuştu? Yapılı çevreyle ilişkili söylemlerde, Derrida’nın, biçimsel bir yaklaşım olarak Yapıbozumcu Mimarlık’ın ötesinde bir katkısı olabildi mi?

2.
“… Yapıbozumculuğu hayata koymanın en etkili yolu aslında sanat ve mimarlıktan geçiyordu. …. Yapıbozumculuk belki de bu mimari modeli sorgulamaktır … hatta felsefenin içindeki mimari modeli, temeller ve üst-yapılar mecazlarını, Kant’ın ‘arkitektonik’ dediği şeyi ve elbette arke kavramını… Yani Yapıbozumculuk, felsefenin içindeki mimarlığı, hatta mimarlığın kendisini sorgulamak demektir.”1
Jacques Derrida

Yapıbozumcu mimarlık hakkında akla gelen ilk eleştiri, Derrida için bizzat kendi yaratmak istediği etkinin gücünü teşkil etmiştir. Eğer yapıbozum eleştirel bir yaklaşımsa, eğer Derrida’nın projesi sorgulamak, temelleri yerinden etmek ise, özünde bir şeyleri yapmak, inşa etmek olan mimarlık pratiği nasıl yapıbozumcu olabilirdi? Ancak, yazı ve söyleşilerinde Derrida’nın belirttiği gibi, yapıbozumculuğun bir bozucu bir de yapıcı aşaması olmalıydı. Bu sürecin sadece yapı-bozma değil, bozma-yapma da olması, bozulanın üstüne yeni bir şeyler yapma sürecinin başlatılması da gerekiyordu. Derrida için mimarlarla bir şeyler inşa edip, yapılar kurmak, yapıbozumculuğun bir de yapma sürecinin olduğunu göstermesi, bu sürecin nasıl bir şeyler olacağını tartmaya yaraması açısından önemli olmuştu. Ancak bunun ötesinde, sistemler kurma sanatı olarak arkitektonik ve mecaz olarak mimarlık da, yani felsefedeki, siyasetteki, kurumlardaki, günlük hayatımıza nüfuz etmiş önkabullerdeki mimarlık da, Derrida için önemli bir hedefti. Çünkü yapı yapmak düşünmek demekti, düşüncenin içindeki yapı, yapının içindeki düşünce birbirinden kopuk değildi.
Mimarlık hakkındaki en etkili metni olan “Point de folie-Maintenant l’Architecture”de Derrida, Tschumi’yle beraber çalıştıkları La Vilette Parkı için açıklama yaparken, yapısı bozulması gereken geleneksel mimarlığı dört “değişmez nokta”yla tanımlamıştır, ki bu dört sabit kural temel bir yasayı oluşturur.2 Bu dört nokta ve temel yasa, Derrida’nın gözünde bir yandan yapısalcı, diğer yandan Heideggerci bir mimarlık kalıbı yaratmıştı. Ancak, Derrida’nın kısa birer paragrafla anlattığı bu dört noktanın ve temel yasanın üzerinde daha uzun durmak, yapıbozumculuğu da artık bir tarih nesnesi olarak ele almak, Derrida’nın metin okuma yöntemini Derrida’nın kendi metnine uygulamak gerekiyor.

3.
Birinci sabit kural: Yapı yapma eylemi yüzyıllar boyunca “mesken” sözcüğünün sembolü olmaya çalışmıştır. Derrida’ya göre “mimarlık” ve “mesken” sözcükleri arasında neredeyse “zamansız bir sözleşme” imzalanmış gibidir ve sanki iki sözcüğün özünde bir birliktelik varmış gibi, bu sözleşmenin bozulamayacağı düşünülür. Buradaki “mesken” sözcüğü, ki mimarlıktaki bu tartışmaların yapıldığı İngilizcede son derece bilinçli bir şekilde “dwelling” olarak geçer, Heidegger’in “Bauen Wohnen Denken” (“Yapı Yapmak, Mesken Tutmak, Düşünmek”) metnindeki anlamına gönderme yapar.3 Burada “bauen” sözcüğünü, “inşa etmek” değil de “yapı yapmak” olarak çevirdiğimi hemen farkedip, beni hince bir hile yapmakla suçlayan okuyucu, yazının ancak sonuna geldiğinde bunun nedenini anlayacak, ayrıca bu ufak terim değişikliğini gerekli kılanın tesadüfi dil ve çeviri olduğunu görüp beni affedecektir. Heidegger’e göre modern çağın temel sorunu, makalesinin başlığındaki bu üç sözcük arasındaki birlikteliğin unutuluşudur: yapı yapmak —ki Almancada bu sözcüğün kökenini Heidegger varolmakla ilişkilendirir—, mesken tutmak ve düşünmek arasındaki bağ kopmuş, insanlar modern çağda mesken tutma eylemini unutmuştur. Modern bireyin yoksunluğunun arkasındaki bu temel evsiz olma halini ve kendisinin Heidegger’den ayrıştığı noktayı anlatmak için Derrida diyor ki: “Heidegger evsizliği (Heimatlosigkeit) onto-teoloji, daha özenli söylemek gerekirse, modern teknolojinin bir semptomu olarak yorumladığında halen işte buna [birinci kurala] değinir. Konut krizinin arkasındaki gerçek sorun hakkında, (die eigentliche Not des Wohnen), daha temel sıkıntı, yoksulluk ve meskensizlik hakkında gerçekten düşünmeye davet eder bizi. Ölümlüler önce mesken tutmayı öğrenmelidir (sie das Wohnen erst lernen müssen), kendilerini meskene çağıran şeye kulak vermelidir. Bu bir yapıbozum değil, bizi yerleştiğimiz mimarlığın temellerini tekrarlamaya çağırmak demektir; yerleşmeyi, anlamın kökenini tekrar öğrenmemiz gerektiğine işaret etmektir“ (MA, 69). Derrida’ya göre ise (eğer yazarın diğer metinlerini bu konuya tercüme edersek) sorgulamamız gereken modern çağın bir zamanlar mesken tuttuğumuz çağdan farkı, bu kopuşun nasıl meydana geldiği, nasıl onarılabileceği falan değildir. Bizzat mesken tutmayı dünyaya fırlatılmışlığın temel amacı olarak algılama huyumuzun nasıl yapıldığını, nasıl inşa edildiğini bulmalı, ilk önce bu önkabulden özgürleştirmeliyiz kendimizi. Bize meskenini kaybetmenin mutluluğunu kaybetmek olduğu düşündürülmüştür hep, mimarlık zor bir göreve koşulmuş, meskenimizi yeniden inşa etme beklentisiyle yüklenmiştir. Oysa mesken tutmak varolmanın koşulu olmadığı gibi, meskensizliğin de anlamsız bir varoluş olarak algılanması zorunlu değildir.
Mimarlar arasında bu düşünceler 1970-80’ler boyunca etkili olmuş Heideggerci kuramların yıkımı olarak algılanmış ve en azından bir grup arasında hızla kabul görmüştür. Derrida’yla yapılan çoğu söyleşide Heiddegerci olmayan bir mimarlık nasıl olabilir sorusuna cevap vermesi istenmiş, Derrida aslında belki kendinin bile son derece yüzeysel bulacağı (ki nedenini birazdan açıklayacağım), Heidegger-Derrida kamplaşmasına dahil edilmiştir. Heidegger’e göre mimarlık daima koruma, yeşertme, daha önemlisi bir yerlere ait olma duygularını pekiştirmekle ilgili olmalıdır. Derrida bu önkabulleri sorgulamak istediğini, Tschumi ve Eisenman’la çalışırken işte bu aitlik ve mesken tutma duygusunun dışında bir mimarlığın olup olamayacağını, Heideggerci olmayan bir mimarlığın olanağını araştırmak istediğini söylemiştir.4

4.
İkinci (sıralama hiç önemli değil gerçi) sabit kural: “Hiyerarşik ve merkezi” biçimlerle yapı yapma eylemi yüzyıllar boyunca bir köken üzerine temellenmenin resmini çizmiştir (MA 69). “Mimarlık taş ve ahşapla (hyle) hiyerarşiyi cisimleştirir” (MA 69). Toprağın altındaki fiziki temel sanki şehrin tüm diğer “temellerinin”, mitlerinin, tanrılarının, dini kitaplarının, hafızasının, köken olarak o anda inanılan şey neyse onun yükünü taşımakla yükümlüdür. Burada Derrida köken ve hiyerarşi arasında çok da açıklamadığı bir örtüşme olduğu önkabulüyle yola çıkmaktadır. Her köken miti iktidar yaratır mı, dahası her temel üzerine kurulan bina bu iktidarı cisimleştirir mi? Evet, tarih içinde tanrılara, aristokrasiye, devlete ya da burjuvaziye hizmet eden anıtsal mimarlık, hiyerarşinin toprağa mıhlanan gözle görünür kanıtı olagelmiştir belki; ancak barınmak, gücü temsil etmeyen toplulukların da kaygısı olmuş; tanrılar, aristokratlar, devlet ve burjuvazi dışındaki insanlar da kendi varoluşlarını yapılı bir nesneyle sürdürme çabasında olmuşlardır. Derrida neden kanonik mimarlık ve genelde inşa etme eylemi arasındaki örtüşmezliği bu kadar kolayca görmezden gelir? Dahası, kanonik mimarlık ile sivil yapı stoku arasındaki çift yönlü etkileşim göz ardı edilecek kadar az mıdır?
Bu ikinci kural, Derrida’dan bir sene önce, mimarlığın tarih içinde kabul görmüş, ancak zayıf temeller üzerine oturan prensiplerini üç noktada toplayan Eisenman’ın fikrine çok benzemektedir.5 Eisenman, örnekler verdiği için metinsel bir analize Derrida’ya kıyasla daha fazla yaklaşır, ancak yüzyıllar boyunca inşa edilmiş binaları tarihçileri çileden çıkaracak genellemelerle açıklar. Eisenman’a göre geleneksel mimarlık daima bir hakikati, ideal bir kökeni ve sonu aramıştır, bu ister bir tanrı, ister insanın kendisi, ister bir bilgi kuramı olsun. İdeal bir özün varlığına inanmak, bu özün ideal kökenini ve sonunu temsil etmekle görevlendirilen mimarlığın, akılcı olma, hiyerarşi gözetme, düzen kurma, bütünlük yaratma gibi kurallarla inşa edilmesine sebep olmuştur. İkinci olarak, geleneksel mimarlık her zaman bir anlamı temsil etme, bir şey söyleme amacında olmuş, anlamı ile kendisi arasında doğru bir ilişki kurmaya çalışmıştır (ki birazdan açıklayacağım gibi bu kural Derrida için de mimarlığın temel yasasını oluşturur). Son olarak, geleneksel mimarlık hep evrensel ve zamansız, doğruluğu her yerde ve her zaman garanti edilebilecek prensipler aramıştır kendisine. Eisenman bu kuralları, kendilerini mimarlık dışı bir yarı-gerçekle meşrulaştırmaya çalıştıklarından ötürü kurgu, hatta kandırmaca (fiction) olarak nitelemiş; mimarlığın yerinden edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu geleneksel kuralların yükünden kurtulmuş, işlev, bağlam ve hakikat gibi dış değerlerden bağımsızlaştırılmış, anlamı özgür (meaning-free), bir öz, köken ya da telos peşinde koşmayan, bir yere ait olmayan binalar inşa edilmelidir. Bu binalar bilinçli olarak insanı rahatsız edebilir, ona evinde, yerinde, güvende olduğu hissini vermekle yükümlü değildir.6 Örneğin Eisenman’ın kariyerinin başında, “mimarlık içi” bulduğu sistemleri çakıştırarak tasarladığı Ev Serilerinde, bu “özerk” tasarlama sürecinin sonucu olarak, yatak odasının içinden geçen bir kolon odaya iki kişilik yatak yerleştirilmesini engelleyebiliyor; merdivenler, geçitler insan boyutlarına pek de uygun olmayabiliyordu. Mimar, Derrida’nın bahsettiği mimarlığın “mesken” sözcüğünün sembolü olma özelliğini bizzat bu bina tipinde, bir meskende, işlev, antropomorfizm ve mahremiyet gibi kurallara meydan okuyarak kırmaya çalışmıştır. Ancak Eisenman, bu yapıların işlemeyen yapılar olmadığı konusunda ısrar eder: Ona göre burada işlevin tematikliği, işlevin sembolleşmesi, yapı yapma eylemi üzerindeki egemenliği kırılmaya çalışılmaktadır.7

5.
Üçüncü sabit kuralı ikinciden sonra tahmin etmişsinizdir: İdeal bir kökenin varlığına inanmak, ideal bir son inancını da beraberinde getirir (tersi de doğru tabii). Yapı yapma eylemi yüzyıllar boyunca teleolojik bir kurguya alet olmuştur. “Etik-politik bir son, dini görev, işlevselci ya da işe yarar bir görev: soru her zaman mimarlığı bir şeylerin servisine koşmak, bir şeylerin servisinde tutmakla ilgili olmuştur” (MA 69).
Bir şeylerin servisinde olma yükü, her gün her saat bir şeylerin işine koşulma yükümlülüğü, bunun için yaratılmış olmanın ağırlığı. Modern çağda bu, mimarlıkta işlevsellik akımı olarak kendini göstermiştir: Binanın programı asaldır, şehir içinde bütün binalar, binalar içinde bütün mekânlar yerli yerinde olmalı, binanın biçimi işlevine göre belirlenmeli, öyle herhangi bir işlev herhangi bir binaya yerleştirilmemeli, insanlar binalar içinde mümkün olan en az mesafeyi yürümeli, her şeyi kolayca bulmalı, servis mekânları ile yaşam mekânları ayrışmalı, yemek odaları mutfağın yanına gelmeli, yaşam odaları güneye, yatak odaları doğan güneşe bakmalı, pencerelerden doğru oranda ışık ve hava girmeli, yer kaybı engellenmeli, kullanılamayan köşeler olmamalı, vb, vb, vb
Modern mimarlığı bu işlevselci programlama yükünden kurtarmak isteyen Tschumi, programlamada yeni stratejiler yaratılması gerektiğini savunmuştur.8 Projelerinde, çapraz programlama (crossprogramming: bir mekânsal düzenlemeyi onun için amaçlanmamış bir işlevle buluşturma, tipolojik yer değiştirme), geçişli programlama (transprogramming: iki birbirinden tamamen farklı programı mekânsal konfigürasyonlarıyla bir araya getirme), ve programsızlaştırma (disprogramming: iki ya da daha fazla programı birleştirme, mekânsal konfigürasyonlarını da karıştırma) gibi kavramlar üreterek mimarlığın bu yöndeki dönüşümüne zemin hazırlamıştır. Örneğin, Tschumi’nin tasarladığı Paris Kütüphanesi yarışma projesinde, kütüphane yapı biçimini olimpik koşu yolundan alır. Birbirinden kopuk gibi görünen iki işlev, okuma ve koşma eylemini barından mekânların birbiriyle çakıştırılmasıyla, yeni ilişkiler, yeni buluşmalar ortaya çıkar. Bu fikre göre, tren istasyonlarında bekleme salonları kütüphane olarak, tuvaletler feminizm merkezi olarak, iş merkezleri şehir parkı olarak düzenlenebilirdi. Tschumi, bu tip karıştırmaların, mimarlara toplumu istediği yönde değiştirebilen yarı-tanrı oldukları yanılsaması verecek hesaplı amaçlarla değil, rasgele sistemlerle yapılmasına dikkat etmiştir çoğu zaman. Örneğin, Charles Ticaret Parkı projesinde, şehri işlevsel bölgelere göre gruplandıran modern planlama tekniklerini reddetmiş, iş ve eğlence arasında ayrıma değil, farklı sistemlerin rasgele biçimde üst üste bindirilmesine yönelik bir ilişki önermiştir. Çeşitli dinlenme faaliyetlerini barındıran ana vektör, ana yola paralel ofislerin bulunduğu ızgara planlı sistem ve buna benzer kendi sistemlerini oluşturan bitkilendirme, ulaşım, kamusal parklar, kentsel çekim noktaları, yaya/bisiklet yolları üst üste bindirilir. Dolayısıyla şehir, şehirlilerin kendi isteklerine göre seçtikleri birkaç sistemin bir araya gelmesiyle oluşur. Tschumi’ye göre mimarlık mekânlarla olduğu kadar, o mekânlarda tesadüfi olarak meydana çıkan olaylarla da ilgiliydi. Yapıbozum tasarlanamazdı. Ancak, geleneksel olmayan olayların, hiyerarşik olmayan toplulukların oluşmasına olanak tanıyabilecek durumlar tasarlanabilirdi. Mimarlar, yeni ilişkilerin oluşabileceği, geleneksel olmayan olayların meydana çıkabileceği mekânlar tasarlayabilirdi.

6.
Dördüncü sabit kural: “Tür, dönem ve hâkim stilden bağımsız bir şekilde, bu [mimarlığın] düzeni en sonunda hep güzel sanatlara bağımlıdır. Güzellik, uyum ve bütünlüğün hâkimiyeti halen devam eder” (MA 69). Derrida, dördüncü kural hakkında bundan başka bir şey söylememiştir. Öyleyse, yine diğer metinlerden yardım almamız gerekiyor. Resimde Hakikat kitabında yazar, tarih boyunca estetik kuramlarda, sanat ile hakikat arasında sürekli şart koşulmuş örtüşmeyi sorgulamıştı.9 Kant, Hegel ve Heidegger’in metinlerini yakından okuyan Derrida, sanat nedir, sanat nereden gelir, sanatın özü nedir gibi sorularla sanat eserine bakmaya başlamanın hep aynı önyargının, tüm olası cevapları önceden tayin eden bir sistemin içine baştan girmek olduğunu savunmuştur. Birincisi, düşünürler daha başlangıç noktasında sanat eserlerinin varlığını bir önkabul olarak almaktadır. Oysa hepimiz biliyoruz ki, neyin sanat neyin sanat olmadığı, eserin kendisinden çok, kuramsal, yargısal, siyasi protokollerle iktidarda olanlar tarafından tanımlanıyor. Daha önemlisi, burada sanat eserinin mutlaka bir şeyler; temsil ettiği, özgün bir anlamı olduğu, tek bir hakikate sahip olduğu varsayılmaktadır. Böyle bir bakışın içinde, sanat, edebiyat ve güzelliğin ölçütü, hep kendi dışında bir sistemin bakışıyla tanımlanmakta, başka bir disiplinin (felsefenin) varsayımlarının egemenliği altına sokulmakta, hakikati temsil etme göreviyle yüklenmektedir. Yani her seferinde, sanat ve yapı yapma eylemi olarak mimarlık, sanat ve mimarlık dışı bir şeylerin hakikatini esere ve yapılı nesneye çevirme, kendi dillerine ait olmayan bir şeyi kendi dillerinde temsil etme, dahası bu temsilin o dil-dışı şeyin hakikati olduğunu iddia etme yükümlülüğü altına girmektedir.

7.
Bu yazıda birtakım ipuçları bularak açmaya çalıştığımız bu dört değişmez kuralı, bu kadar iddialı bir argümanı, Derrida’nın bu kadar hızla kurması, diğer tüm metinlerinin aksine bir-iki paragrafla, hiçbir örnek üzerinde durmadan mimarlığın yüzyıllardır üzerine temellendiği yapıyı bir çırpıda özetleyivermesi, yazarın metinlerini tanıyanlar için şüphe uyandırmalı. Bu dört sabit kural Derrida’ya göre yıkmak istediği bir temel yasada birleşiyordu aslında: “mimarlığın bir anlamı olmalı, bu anlamı temsil etmeli, ona işaret etmeli. Bu anlamın çağrıştırıcı ya da sembolik değeri, mimarlığın yapı ve sentaksını, biçim ve işlevini belirlemeli” (MA 65). Temel yasa: Yapı yapma eylemi her zaman bir şeyleri temsil etmeli, mimarlık dışı bir şeyleri binaya çevirmelidir. Mimarlık da, aynen dil gibi, çevrilebilirlik ve temsil edilebilirlik miti —ki bu ikisi Derrida için çok da farklı değildir10— üzerine kurulmuştur. “Bu birçok çeviri sorunu arasında bir diğeri değil, çeviri sorununun kendisidir. “Temsil” ile neyi nasıl çevireceğimizi bilmeden önce, çeviri kavramını sorgulamalıyız ve çoğu zaman temsil kavramının hakimiyeti altındaki dil kavramını. Bu ister diller-arası çeviri olsun, ister dil-içi çeviri ya da uygunluğundan ötürü Jakobson’un üçlü ayrımına dönecek olursak, ister semiotik-arası olsun (sanat gibi söylemsel [discursive] ve söylemsel olmayan diller arasındaki çeviri) durum değişmez.”11 Diğer bir deyişle, mimarlık da, dil gibi logos-merkezcilikten nasibini almış, dilin dile ait olmayan şeyleri temsil ettiği, dahası bu temsile hakikat damgasını vurabileceği mitiyle yaşamıştır. Oysa mimari anlam bir yalan üzerine kuruludur. Ne kelimeler binalara, ne binalar kelimelere, gerçek ise ne kelimelere ne binalara doğrudan çevrilebilir.
Bu düşünceler, 1960’lardan sonra mimarlık dünyasında hüküm sürmüş, binaların sabit bir anlamı olduğunu, insanlarla semboller ve işaretlerin diliyle konuştuğunu iddia eden hem yapısalcı, hem Venturi tarzı postmodern akımların da bir yıkımıydı. Derrida ve Tschumi La Vilette Parkı hakkında yaptıkları açıklamalarda, burada kompozisyon, hiyerarşi, düzen gibi geleneksel kurallara bağlı olmayan, işlevden bağımsız, program ve bina arasında basit bir neden-sonuç ilişkisi kurmayan yeni bir mimari işleyiş modeli ortaya çıkarmak istediklerini söylemişlerdir.12 Bu parkta, bir ızgara üzerine yerleştirilmiş kırmızı küpler arasında, yani içlerinde barındırdıkları işlevleri temsil etmenin derdinde olmayan bu “boş/çılgın (folie) yapılar” arasında, insanlar istedikleri kombinasyonları yaparak dolaşabilirler. Çevre, dolaşan kişinin kendi seçimine göre çizdiği yolla oluşan olaylar sonucunda sonsuz sayıda anlamın meydana çıkmasına olanak tanır. Derrida’nın sözleriyle, “bu boş/çılgın yapılar genel bir yerinden etme eylemini başlatırlar; şimdiye kadar mimarlığa anlam vermiş her şeyi buna koşarlar. Daha özenli söylemek gerekirse, mimarlığı anlama teslim etmiş her şeyi. Sadece bununla kalmasalar da, her şeyden önce, mimari semantiğin yapısını bozarlar” (MA 65).
Mimarlık sadece Derrida’nın diğer kitaplarında sayfalar harcayarak yapısını bozduğu logos-merkezcilikten nasibini aldığı için yazarın ilgisini çekmemiştir. Daha da ötesi, mimarlık bu metafiziği görünür kılarak insanların gözünde ve imgeleminde somutlaştırır; değişmeyen, yerinden oynamayan anıtlara dönüştürür. İşte bu yüzden Derrida mimarlığı “metafiziğin kalesi” olarak tanımlar:

Arkitektoniğin bu değişmez noktaları, mimarlıktan öte, Batı kültürü denen şeyi de düzenler… Bir taraftan, bu genel arkitektonik, mimarlığın keskin özgüllüğünü aşar; diğer sanatlar ve deneyim alanları için de geçerlidir. Diğer taraftan, mimarlık onun en güçlü metonimisini oluşturur; ona en katı tutarlılığını, en objektif cismini verir. Tutarlılıkla sadece insan deneyiminin tüm boyutlarını aynı ağda toplayan mantık uyumunu kastetmiyorum: yorumun dışında mimarlık eseri yoktur, hatta ekonomik, dini, siyasi, estetik ya da felsefi emirlerin dışında da. Tutarlılıkla aynı zamanda devamlılığı, katılığı, anıtsallığı, mineral ve odunsu devamlılığı, geleneğin hyletics’ini de kastediyorum. İşte bu dirençtir. Sadece malzemenin değil, bilinç ve bilinçsizliğin direnci, mimarlığı metafiziğin son kalesi olarak mimler…. Herhangi bir yapıbozum, arkitektonik ve mimarlığın üstüne gitmedikçe eksik kalacaktır. Üstüne gitmek, saldırmak, yıkmak, yolunu değiştirmek, eleştirmek ve buharlaştırmak için olmayacaktır. Tersine onun hakkında düşünmek için, teoremin çok ötesinde bir düşüncede onu anlayabilecek kadar ondan ayrışmak için olacaktır (MA 69).

Ancak burada Derrida, diğer tüm düşünürlerde eleştirdiği şeyin aynısını kendi yapmıştır. Resimde Hakikat kitabında, Kant, Hegel ve Heidegger’i sanat eserine kendi dışında bir sistemin, felsefedeki hakikatı bulma saplantısının varsayımlarıyla yaklaştıkları için eleştiren Derrida, mimarlık hakkındaki metninde ise kendi kırmak istediği logos-merkezciliği merkeze almış; tarih içinde mimarlığı, dilde gördüğü bir problemin aynısını tekrarladığı yargısıyla hızla, diğer çalışmalarındaki metinsel analize hiç yaklaşmayan bir hızla genellemiştir. Mimarlık ile dil arasında, felsefe ile diğer etkinlikler arasında bir mecaz kurulamayacağını, bir çeviri yapılamayacağını ben iddia etmiyorum, bunu Derrida’nın söylemesinin tutarsızlığına dikkat çekiyorum.

8.
Mimarlık söyleminde çok belirleyici olmuş Heidegger-Derrida karşıtlığının yüzeysel olduğunu söylemiş, vakti geldiğinde açıklayacağım demiştim. Heidegger’in “Yapı Yapmak, Mesken Tutmak, Düşünmek” metninde anlatılan temel sorunun bu üç sözcük arasındaki bağın kopuşu olduğunu önerip, ilk iki sözcük arasında varolduğu sanılan “zamansız sözleşmenin” Derrida tarafından nasıl sorgulandığını anlatmıştım. Ama üçüncü sözcüğe, “düşünmeye,” Derrida’nın hiç değinmemesi, bu üçüncü sözcükle diğer ikisi arasında Heidegger’in kurmak istediği bağ hakkında birşeyler söylememesi ilginç. Belki, felsefenin içindeki mimarlığın yapısını bozarken, bu konu hakkında da birşeyler söylediğini düşünmüştür. Ama, Heidegger’in başlığa eklediği bu üçüncü sözcüğü o kadar kolay geçmeyelim. Yapı yapmak-varolmak ve mesken tutmak arasında yeniden bir köprü kurulması gerektiğini söyleyen Heidegger, bir yandan da bu eylemlerin düşünmekle birleştirilmesi gerektiğine işaret etmekte. Peki bu eylemler zaten düşünceyle yapılmıyor mu? Dünya üzerinde yapılar inşa edenler bunu düşünerek yapmıyor mu? Demek ki Heidegger’e göre yapmıyor. Yapılan şey düşüncenin beklentilerini karşılamıyor, gereklerini yerine getirmiyor. Mimarlık kendi hakkında, düşüncedeki, felsefedeki, toplumdaki, politikadaki, kurumlardaki, günlük hayatımıza nüfuz etmiş önkabullerdeki yeri hakkında pek de düşünmüyor. Bunların bir temsili olmakla görevlendirilse de, aslında “düşünmüyor.” Bunun tersi de doğru: tüm bunlar da kendilerini temsil etmesini beklediği mimarlık hakkında düşünmüyor. Heidegger’in dediği gibi varolmak hakkında düşünmek yapı yapmak hakkında düşünmekse eğer, modern çağın görev dağılımına göre yapı yapmakla yükümlü mimarlık da, düşünmekle yükümlü felsefe de birbirlerinden habersiz olduklarında eksik kalıyor. Derrida, Heidegger’in tersine inşa etmek ile mesken tutmak arasındaki sözleşmenin yapısını bozar; ama o da Heidegger gibi inşa etmek ile düşünmek, dönüşmüş bir mimarlık ile dönüşmüş bir felsefe arasındaki ilişkiyi daha kurulmadan bozmak istemez. İkisininki de, mimarlığı ve felsefeyi yeniden düşünmeye, yeniden kurmaya yönelik radikal bir projedir aslında —her ne kadar Heidegger’inki idealleştirdiği Eflatun öncesi altın çağdan sonra unutulanları geri döndürme hayalindeyken, Derrida’nınki böylesi hiçbir köken mitine öncelik vermese de. Çünkü yapı yapmak düşünmek demekti, düşüncenin içindeki yapı, yapının içindeki düşünce birbirinden kopuk olmamalıydı.

9.
Bir önceki paragrafın sonunda geçmiş zamana kazara geçmedim. Hem Heidegger hem Derrida’nın, mimarlık mecralarında kısa bir süre içinde bir çözüm olarak lanse edilmeleri, bir stile dönüştürülmeleri, bahsettikleri sorunun ne kadar da zor aşılacağının bir göstergesidir. Derrida “Maintenant l’Architecture” metnini yazdıktan sadece üç sene sonra MoMA’da düzenlenen Yapıbozumcu Mimarlık sergisinde, Derrida’nın etkisi bir akım olarak, ne kadar aksi iddia edilse de biçime yönelik stil özellikleriyle sunulmuş; serginin buluşturduğu yedi yıldız mimarın çalışmaları, benzer imgelere sahip olmaları, 20. yüzyıl başı avangard akımlara benzemeleri ve özellikle Rus Çatkıcılarını çağrıştırmaları, uyum, ahenk, denge gibi biçimsel değerleri sorgulamaları, geometrik düzeni kırmaları, eskinin şoku, saptırma, büküp bozma gibi özelliklerle tanımlanmıştır.13 Bu da yapıbozumcu denilen mimarlığın kendiyle çelişmesinden başka bir şey değildi. Yapıbozumcu binalar yapıbozumcu felsefenin bir imgesi, bir mecazı olarak karşımıza çıkıyorlar. Geleneksel mimarlığı bir anlam, mesaj verme çabası, gerçekliği temsil etme, binanın diline çevirme çabası yüzünden eleştirdikten sonra, “yapıbozumcu” binanın kendisi, farklı anlamların oluşmasına imkân verdiği durumlarda bile, bir üst anlamın mecazı, yapıbozumun temsili olarak varoluyor.
Yeni programlama stratejileri ve olay mimarlığı adına yapılanlara rağmen, bugünden bakıldığında yapıbozumcu mimarlığın, iddia edilenin aksine, biçimsel bir yenilenmeden öteye geçtiği söylenemez. Salt birbiriyle çakışan kirişler, havada uçuşan eğimli yüzeyler, savrulan kütleler tasarlayarak, yapıbozumun etiğini ve eleştirelliğini icra ettiğini, Batı metafiziğini sorgulayıp, sistemin otoritesinden kendini bağımsızlaştırdığını sanmak herhalde abartılı bir iddiadır. Yapıbozumcu bazı fikirler kabul gördü, hatta genelgeçerleşti ve popülerleşti; ancak bir kurum olarak mimarlığın, eğitim sisteminden mesleki işleyişine, yarattığı hiyerarşilerden Batımerkezci teksesliliğine kadar pek bir şey değişmedi; aksine akım olarak yapıbozumculuk varolan iktidarı daha da güçlendirdi. Derrida’nın önerdiği dönüşümleri biçimsel düzeyin ötesinde başlattığı, kendini “öteki”ne açtığı, katılaşmış güç dengesini birazcık olsun kırdığı söylenemez.
Örneğin ilginçtir, ne Derrida, ne Eisenman ya da Tschumi, mimarlığın sabit kurallarından bahsederken, mimarlığın yüzyıllar boyunca hep erkekler tarafından, erkekler için yapıldığından, yaratılan ev-içi ve işyeri mekânların, şehrin kamusal alanlarının erkeklerin üstünlüğünü hatırlatacak şekilde düzenlendiğinden söz bile etmezler. Aynı şekilde, mimarlıkta “Batılı” kanonun nasıl oluşturulup, sabitlendiği ve korunduğu hakkında da pek bir şey söylememişlerdir. “Ötekilik” söylemini bu kadar önemseyen mimarların, bu konuda sessiz kalması tesadüfi mi? Yazının başında bahsettiğim Derrida’nın ikinci türdeki katkısı ise, işte bu konulara eğilen, sadece mimari ürünün biçimini değil, tasarlanırken ve inşasından sonra etkin olan ve etkilediği süreçleri de sorgulayan, erkek ve erkek olmayan, Batılı ve Batılı olmayan, beyaz ve beyaz olmayan arasında yaratılan güç dengelerinin yapısını bozmaya uğraşan mimar ve kuramcılara yaptığı katkıdır —yapıbozumcu mimarlık akımı dendiğinde akıllara onların isimleri gelmese de.
Bu noktada, Rodney King olayından sonra Los Angeles’ın yeniden yapılandırılması hakkında kendisinden yorum istendiğinde, Derrida’nın ironik bir tavırla söylediği birkaç sözden bahsetmek yerinde olur.14 1992 yılında yazılan bu metin, belki de yaklaşık yedi yıl içinde Derrida’nın mimarlık camiasında kendi açtığı söylem hakkında kapıldığı hayal kırıklığını gösteriyor. Eğer bir şehirde polisin ve kanunun şiddeti bu kadar ciddiyse, tüm bunlar şehri etnik ve ekonomik ayrımcılığa dayanan mahallelere böldüyse, polisin Afrika-Amerikalıları şiddetle dövdüğü herkes tarafından bilindiği halde bu sadece bir video kamerayla belgelendiğinde dikkate alınıyorsa, böyle bir şehrin yeniden inşası herhalde sadece birkaç fiziksel mekânla, yapıbozum imgesi yaratan birkaç bina tasarlamakla gerçekleşmeyecektir. Elinde çekiç ve çiviyle Los Angeles’ı yeniden yapılandırabileceğini sananların yanılgasına dikkat çeken Derrida, yapı yapma eyleminin siyasileşmesinin gerekliliğini savunmuştur. Elbette mimarlık siyasileşirken, mevcut siyasetin de yapısı bozulmalıdır. Derrida için Rodney King olayı düşünmeyi, üzerine konuşmayı, toplumun işleyiş temellerindeki yapıları bozmayı gerektiren bir olaydı. Oysa, bu olay Metafiziğin Kalesi’nde hissedilmedi bile. Bu olaydan on beş yıl sonra bile ne mimarlık okullarına kabul edilen siyahi öğrencilerin sayısı çoğaldı ne mesleğini icra edebilen azınlık ve kadın mimarların sayısında bir artış oldu, ne yapıbozumcu olarak bilinen mimarların bu kesimlerin sorunlarıyla ilgilenme istekleri, ne de şehir ya da dünyadaki ırk-etnik-sınıf hiyerarşilerini daha iyi anlama çabaları arttı. Kuralları kırmakla övünen yapıbozumcu mimarlık, kurallar kuralını, metafiziğin en sağlam kalesini yıkmaya pek yanaşmadı: En son aşamada, gelenek, Batı geleneğidir ve erkekler kazanır.

Notlar

1 Jacques Derrida “In Discussion with Christopher Norris,” AD 59 No.1/2 (1989):7-8.
2 Jacques Derrida, “Point de folie_Maintenant l’Architecture,” Çev. Kate Linker, AA Files, No.12 (1986) 65-75 (Fransızca metin: 1984).
3 Martin Heidegger, ”Bauen Wohnen Denken,” Vorträge und Aufsätze (Pfullingen: Neske, 1954).
4 Jacques Derrida “In Discussion with Christopher Norris,” 10.
5 Peter Eisenman, “The End of the Classical: The End of the Beginning, the End of the End,” Perspecta, Vol.21, 1984, 153-73.
6 Peter Eisenman, Peter Eisenman: House of Cards (New York: Oxford University Press, 1987); Peter Eisenman, “Architecture as Second Language: The Texts of Between,” M. Diani, C. Ingraham (ed.) Restructuring Architectural Theory (Illinois: Northwestern University Press, 1989).
7 Peter Eisenman, “An Architectural Interview by Charles Jencks,” AD Vol. 58, No.3/4, 1988, 49-61.
8 Bernard Tschumi, Event Cities (Cambridge: MIT Press, 1994); Bernard Tschumi, Architecture and Disjunction (Cambridge: MIT Press).
9 Jacques Derrida, Truth in Painting, Çev. G. Bennington, I.McLeod (Chicago: University of Chicago Press, 1987) Fransızca baskı: 1978.
10 Jacques Derrida, “Sending: On Representation,” Çev. P. and M.C. Caws, Social Research, Vol. 49, No.2 (Summer 1982) 294-326.
11 A.g.e., 302
12 Bernard Tschumi, Cinegramme Folie. Le Parc de la Vilette (New York: Princeton Architectural Press, 1987); Derrida, “Point de Folie”.
13 Philip Johnson, Mark Wigley, Deconstructivist Architecture (New York: Museum of Modern Art, 1988).
14 Jacques Derrida, “Faxitexture,” Anywhere (New York: Rizzoli Press, 1992).


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640426 ziyaretçi (1177933 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol