Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
Judith Butler
“Düzenleme” terimi, ilk bakışta insanların düzene sokulmasını sağlayan sürecin kurumsallaşmasını ima eder gibi görünmektedir. Gerçekten de düzenlemeyi çoğul haliyle kullanmak insanların düzene uygun hale getirilmesi sürecinde dolayımına başvurulan yasal araçları meydana getiren bu somut yasalar, kurallar ve politikaların varlığını tanımak ve kabul etmiş olmak anlamına gelmektedir. Fakat bana kalırsa, toplumsal cinsiyetin her yönüyle nasıl düzenlendiğini bu ampirik yasal örnekler üzerinden anlamaya çalışmak bir hata olurdu. Çünkü söz konusu yasal düzenlemelere hükmeden normlar, bu normların tecessüm ettiği örneklerin sınırlarını aşmaktadır. Diğer taraftan, toplumsal cinsiyetin düzenlenmesinden, sanki ampirik örnekler yalnızca bu örneklerden bağımsız olarak gerçekleşen bir iktidar uygulamasına misal teşkil ediyormuş gibi söz etmek de aynı ölçüde sorunlu olacaktır.
Gerçekten de, lezbiyen ve gey çalışmalar alanında gerçekleştirilen en önemli incelemelerin çoğu, yasal, askeri, psikiyatrik vb. güncel düzenlemeler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu tür akademik çalışmalarda sorulan sorular, toplumsal cinsiyetin nasıl düzenlendiği, böyle düzenlemelerin nasıl uygulandığı ve dayatıldığı, ayrıca bu düzenlemelerin, dayatıldıkları özneler tarafından nasıl bünyeye katıldığı ve yaşandığı gibi konular üzerinde odaklanmaktadır. Ancak toplumsal cinsiyetin düzenlenmesi, basitçe toplumsal cinsiyetin yasal bir düzenlemenin harici yetki alanına girmesi anlamına gelmemektedir. Eğer toplumsal cinsiyet, düzenlenmesinden önce var olsaydı, o zaman onu ana konumuz olarak kabul edebilir ve tabi tutulduğu çeşitli düzenlemeleri birer birer sayıp dökebilir, bu tabi kılma (subjection) sürecinin hangi yöntemlerle gerçekleştirildiğini incelemeye başlayabilirdik. Ancak daha derin bir sorunla karşı karşıyayız. Sonuç olarak, düzenlenişinden önce de verili olan bir toplumsal cinsiyetten söz edilebilir mi, yoksa toplumsal cinsiyetlendirilmiş özne düzenlemeye tabi tutularak, bu hususi tabi kılma biçimiyle ve onun dolayımıyla mı üretilir? Tabi kılma, düzenlemelerin toplumsal cinsiyet üretmekte başvurduğu süreç değil midir?
Tabi kılma ve düzenleme konusunda, Foucaultcu çalışmalardan türetilmiş en azından iki ikazı hatırlamak gerek: (1) düzenleyici iktidar önceden var olan bir özneye etki etmekle kalmaz, aynı zamanda o özneyi şekillendirir ve oluşturur; bundan başka, her hukuki iktidar biçiminin üretici etkisi vardır ve (2) bir düzenlemeye tabi olmak, aynı zamanda onun tarafından özneleştirilmek (subjectivated) anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle tam da düzenlenmenin icrası dolayımıyla bir özne olarak var edilmektir. İkinci husus, toplumsal cinsiyet öznesini biçimlendiren düzenleyici söylemlerin, tam da söz konusu özneye ihtiyaç duyan ve onu meydana getiren söylemler olmaları açısından, birincinin sonucudur.
Bazı belirli düzenleme türleri, toplumsal cinsiyetin düzenlenmesi diye tanımlanan daha genel bir düzenleyici iktidarın örnekleri olarak anlaşılabilir. Bu noktada bazı açılardan Foucault’yla görüş ayrılığı içinde olduğumu belirtmeliyim. Çünkü, Foucault’nun bilgeliği, düzenleyici gücün belli başlı kapsamlı tarihi nitelikleri olduğu ve toplumsal cinsiyet üzerinde olduğu kadar başka türlü toplumsal ve kültürel normlar üzerinde de etkili olduğu kavrayışına dayanıyor gibi görünüyorsa, o zaman toplumsal cinsiyet iktidarın çok daha geniş bir düzenleyici uygulamasının sadece bir örneği konumunda olmalıdır. Toplumsal cinsiyetin böyle sınıflandırılarak düzenleyici iktidarın altına koyulmasına karşı çıkardım, çünkü toplumsal cinsiyete hükmeden düzenleyici aygıtın kendisi de toplumsal cinsiyete özgüdür. Toplumsal cinsiyetin düzenlenmesinin böyle bir düzenleyici gücün örneksemesi olduğunu iddia etmiyorum, benim kastettiğim, cinsiyetin kendine özgü düzenleyici ve ıslah edici düzenleme biçimini gerektirdiği ve tayin ettiğidir.
Toplumsal cinsiyetin bir norm olduğu önerisini biraz daha detaylandırmak gerekmektedir. Bir norm, kural ya da yasayla aynı şey değildir. Bir norm, toplumsal pratikler içinde normalleştirmenin örtük standardı olarak işler. Bir norm, gömülü olduğu pratiklerden çözümsel bir biçimde ayrılabilir olsa da, aynı zamanda işleyişini bağlamından bağımsız değerlendirme yönündeki çabalara boyun eğmeyebilir. Normlar açık ve belirgin olabilir ya da olmayabilir, ancak toplumsal uygulamada normalleştirici ilke işlevi gördükleri zaman genellikle örtük, okuması zor haller alırlar ve en berrak ve çarpıcı biçimde, yarattıkları etkiler ve sonuçlar aracılığıyla ayırt edilirler.
Toplumsal cinsiyetin bir norm olması, onun her zaman ve sadece herhangi bir toplumsal fail tarafından bedenlendiğini gösterir. Norm, eylemin toplumsal anlaşılabilirliğine hükmeder; fakat hâkim olduğu eylemle aynı şey değildir. Norm, hükmettiği eylemlere karşı kayıtsız görünür; bununla kastettiğim şey, normun hükmettiği eylemlerden bağımsız bir konumu ve etkisi varmış gibi göründüğüdür. Norm, anlaşılabilirliğe hükmeder, belli başlı bazı pratiklerin ve eylemlerin ayırt edilip tanınabilmesine izin verir. Böylelikle toplumsal olana okunabilir hatlar dayatır ve toplumsal alanda neyin görünür olacağının ve neyin görünmeyeceğinin parametrelerini tanımlar. Norm dışı olmanın ne anlama geldiği de başlı başına bir paradokstur. Çünkü şayet norm toplumsal alanı anlaşılır kılıyor ve alanı bizler için normalleştiriyorsa, o zaman buna bağlı olarak normun dışında olmak yine ve hâlâ onunla bağlantılı olarak tanımlanmak anlamına gelir. Erkeksi olmamak ya da kadınsı olmamak, yine yalnızca ve özellikle kişinin “erkeksi” ve “kadınsı” olanla ilişkisi üzerinden anlaşılacaktır.
Toplumsal cinsiyetin bir norm olduğunu iddia etmek, varlığı hiç şüphe götürmeyen normatif görüşlere rağmen, kadınlık ve erkeklik hakkında normatif görüşler olduğunu söylemekle aynı şey değildir. Toplumsal cinsiyet, tam anlamıyla insanın “olduğu” ya da “sahip olduğu” şey değildir. Toplumsal cinsiyet, eril ve dişilin, toplumsal cinsiyetin varsaydığı hormonal, kromozomal, ruhsal ve performatif ara formlarla birlikte üretilmesi ve normalleştirilmesinin gerçekleştirildiği aygıttır. Toplumsal cinsiyetin her zaman ve yalnızca “eril” ve “dişilin” matrisi anlamına geldiğini varsaymak, kesinlikle kritik bir noktayı atlamak, bu bağdaşık ikiliğin üretiminin koşullu olduğunu ve bir bedelle birlikte geldiğini, ikili çerçeveye uymayan toplumsal cinsiyet permütasyonlarının da en az en normatif örnekler kadar toplumsal cinsiyetin parçası olduğunu görmemek demektir. Toplumsal cinsiyetin tanımını onun normatif söylemiyle karıştırmak, normun gücünü hiç düşünmeden toplumsal cinsiyetin tanımını kısıtlayacak biçimde pekiştirmek anlamına gelir. Toplumsal cinsiyet, eril ve dişil kavramların üretildiği ve doğallaştırıldığı mekanizmadır; fakat pekâlâ böyle terimlerin yapısökümünün yapıldığı ve doğallığının bozulduğu aygıt olarak da kullanılabilir. Hakikaten de, normu inşa etme çabasındaki aygıtın ta kendisi, aynı zamanda o inşanın altını oymakta kullanılabilir, bir bakıma o inşanın tanımsal açıdan noksan olduğunu gösterebilir. “Toplumsal cinsiyet” terimini dişillik ve erillikten ayrı tutmak, dişil ve eril ikiliğinin toplumsal cinsiyetin anlambilimsel alanını nasıl zayıflattığını açıklayabilecek bir kuramsal perspektifi korumaktır. İster “toplumsal cinsiyet belası” ister “toplumsal cinsiyet kaynaşması” (gender blending) ister “toplumsal cinsiyet aşırı” (transgender) ya da “toplumsal cinsiyetler arası” (cross-gender) söz konusu olsun, herhangi birine atıfta bulunmak, toplumsal cinsiyetin bu doğallaştırılmış ikiliğin ötesine geçebildiğini ileri sürmek anlamına gelir. Toplumsal cinsiyetin maskülen/feminen, erkek/kadın, eril/dişil ikilikleriyle karıştırılması, toplumsal cinsiyet nosyonunun önüne geçmeye çalıştığı doğallaştırmanın uygulanışıdır.
Böylelikle, toplumsal cinsiyet alanını anlamanın biricik yolu olarak erkek ve kadın ikiliğinde ısrar eden kısıtlayıcı bir toplumsal cinsiyet söyleminin, hegemonyacı örneği doğallaştıran ve onun tahribinin düşünülebilirliğini engelleyen bir düzenleyici iktidar uygulamasını devreye soktuğunu görüyoruz.
Toplumsal cinsiyet çalışmaları alanındaki bir eğilim de, ikili toplumsal cinsiyet sisteminin alternatifinin, toplumsal cinsiyetlerin çoğaltılması olduğu yönündedir. Böyle bir yaklaşım her zaman aynı soruyu ortaya çıkaracaktır: Kaç tane farklı toplumsal cinsiyet olabilir ve bunlara ne ad verilecektir? Aslında, ikili sistemin yıkımının bizleri eşit ölçüde problematik bir toplumsal cinsiyet nicelleştirmesine götürmesi gerekmiyor. Lacancı bir ipucunun peşinden ilerleyen Luce Irigaray, eril cinsiyetin “bir” cinsiyet olup olmadığını sorar; bununla kastettiği, eril cinsiyetin salt “tek ve biricik” değil, cinsiyete niceliksel bir yaklaşımı başlatan cinsiyet olduğudur. Ona göre “cinsiyet” biyolojik ya da toplumsal bir kategori değildir (ve dolayısıyla “toplumsal cinsiyet”ten farklıdır); fakat bir bakıma toplumsal ve biyolojik olanın arasındaki sınırda var olan dilbilimsel bir kategoridir. Böylelikle, “bir olmayan cinsiyet” tam da sayıyla zapt edilemeyecek olarak anlaşılan kadınlıktır. Başka görüşler de “toplumsal cinsiyet aşırı”nın (transgender) tam olarak bir üçüncü toplumsal cinsiyet değil, toplumsal cinsiyetler arasında bir tür geçiş modu, bir ya da ikiyi dayatan normatif ısrarın indirgeyemeyeceği, aradaki ve geçişken bir toplumsal cinsiyet hali olduğu konusunda ısrar eder.