KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-I
MEVLÂNÂ’SI
Şerife AKPINAR*
ÖZET
Kemâl Ahmed Dede, M. 1558’de Akşehir’de doğmuştur. Mevlevî bir aileden gelen, Derviş
Kemâl Ahmed, gençlik yıllarında Konya’ya gelerek, Çelebi Hüsrev Hazretleri’nin hizmetine girer.
Bir süre sonra İstanbul’a gider ve bir dergâh bahçesindeki ağaç kovuğunda yaşamaya başlar.
Burada, gösterdiği olgunluk ve kerâmetler ile çevredekilerin sevgisini kazanır. Yenikapı
Mevlevîhânesi’ni yaptıran, Kâtip Mehmet Efendi’nin isteği üzerine bu mevlevîhânenin ilk postnîşîni
olur.
M. 1601 tarihinde vefât eden Kemâl Ahmed Dede, Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ adlı
manzum eseriyle, Mevlânâ ve ahfadı hakkında bilgi veren eserlere bir yenisini kazandırmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kemâl Ahmed Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi, Tercüme-i Menâkıb-ı
Mevlânâ.
ABSTRACT
Kemâl Ahmed Dede was born in 1558 in Akşehir. Dervish Kemâl Ahmed who comes from a
Mevlevî family comes Konya and becomes an employee of Prophet Çelebi Hüsrev in his youth.
After a while he goes to İstanbul and begins to live in the hollow of a tree which is in a dervish
lodge’s garden. By the help of the maturity and miracles that he shows there he gains the love of
people around him. With the desire of Sir Kâtip Mehmet who had built the Yenikapı
Mevlevîhânesi ( lodge used by Mevlevî dervishes) built he becomes the first sheikh of the
Mevlevihane.
With his poem Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ, Kemâl Ahmed Dede who died in M. 1601,
gives a new work to the ones which give information about Mevlana and his grandchildren .
Keywords: Kemâl Ahmed Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi ( a lodge used by Mevlevî
dervishes), Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ.
Hayatı
Kemâl Ahmed Dede, M. 1558’de ( Mehmed Ziya, 1913: 111) Akşehir’de
doğdu. Babası, Mevlevî Şeyhü’d-din Dede’nin oğlu İzzeddin Dede’dir ( Esrar
Dede, 2000:442; Tuman, 2001:861). Sâkıb Mustafa Dede, Sefîne-i Nefîse fi’l-
Menâkıbi’l-Mevleviyye adlı eserinde Akşehirli Kemâl Ahmed Dede’nin dedesini,
“Mevlevi evlatlarından Sinan Mevlevi” olarak tanıtmıştır ( Sâkıb Mustafa Dede,
No. 1901:64 ).
Kemâl Ahmed Dede, dünyaya gelmeden, ismi babası tarafından
“Kemâleddin” olarak konur ( Mehmed Ziya, 1913: 107 ).
Kemâl Ahmed, gençlik yıllarında Konya’ya gelir ve Çelebi Hüsrev
Hazretleri’nin hizmetine girer ( Sâkıb Mustafa Dede, No. 1901:64 ). Çelebi
Hüsrev’in ölümü üzerine ise, onun oğlu Ferah Çelebi Hazretleri’ne bağlanır.
Şeyhlik makamının Mevlânâ evlatlarından alınmasıyla Konya’yı terk eden Kemâl
Ahmed, İstanbul’a gider.
* Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Şerife AKPINAR
36
Akşehirli Derviş Kemâl, İstanbul’da altı yedi sene bir ağacın kovuğunda
yaşar (Ahmet Eflakî, 2001:143 ). Bu ağaç, Mevlevî âşıklarının manevî cilve yeri
olan, dergâhın civarındaki bir bahçededir. Bahçe ise, Yeniçeri katipliğinden
azledilen Mehmet Efendi’ye aittir. Mehmet Efendi, dergâha gelip gittikçe Derviş
Kemâl’deki olgunluk hallerini görüp ona bağlanır. Bir süre sonra da Mehmet
Efendi, Derviş’den bazı isteklerine kavuşabilmek için yardım ister. Derviş
Kemâl de kâğıda birşeyler yazarak Mehmet Efendi’ye verir ve isteğine ulaştığı
güne kadar bu kâğıdı açmamasını tenbih eder. Mehmet Efendi, bu tenbihe uyar
ve o kâğıdı başında taşır. İsteği ise, tekrar Yeniçeri kâtibi olmaktır. Bu sırada
Konya’ya giden Mehmet Efendi, Mevlânâ türbesini ziyaret eder. Burada büyük
bir aşkla kendinden geçer. Bu aşk içindeyken, İstanbul’a sağ salim gitmek nasip
olursa bir Mevlevîhâne yaptıracağını ahd eder ( Mehmed Ziya, 1913: 69 ).
İstanbul’a dönen Mehmet Efendi, tekrar Yeniçeri Kâtipliğine tayin edilir ve
o gün isteğine kavuştuğu için Derviş Kemâl’in verdiği kâğıdı açar. Kendisinin
kâtipliğe tayin edildiği sene, ay, gün ve saatin, tamamen aynısının Derviş’in
verdiği kâğıtta yazılı olduğunu görüp, şaşırır. Bunun üzerine Kemâl Ahmed
Dede’ye bağlılığı daha da artar. Bu olaydan sonra da ahd ettiği üzre, bahçesine
derhal bir Mevlevîhâne yaptırır ( Sâkıb Mustafa Dede, No. 1901:64 ). İşte bu
Mevlevîhâne H. 1006 / M. 1597’de inşa ettirilenYenikapı Mevlevîhânesi ( Bâb-ı
Cedîd Hânkâhı )dir ( Mehmed Ziya, 1913: 108 ). Âsârî isimli şair, bir beytinde
Mevlevîhâne’nin inşasını tarih düşürmüştür:
Tarih: Tārīḫin Āẟārī bu āẟār-ı ḫayrātu didi
Ḫānḳāh-ı Mevlevīde oldı bu cāy-ı du‘ā
H. 1006 / M. 1597 ( Esrar Dede, 2000:442 )
8 Şubat 1597 Cumartesi günü tamamlanan Mevlevîhâne’nin ilk ayininde,
Kemâl Ahmed Dede kürsiye çıkarak; Mesnevî-i Şerif okur ve vaaz eder
(Mehmed Ziya, 1913: 79). Kâtip Mehmet Efendi’nin isteği üzerine de bu yeni
dergâhın şeyhliği, Derviş Kemâl’e verilir. Böylece Yenikapı Mevlevîhânesi’nin
ilk post-nîşîni Kemâl Ahmed Dede olmuştur.
Kemâl Ahmed Dede, vaktinin çoğunu mutfakta çile çekerek geçiren, derviş
vasıflı biridir. Hiçbir vakit aba ve sarıkla büyüklük satanlardan olmamıştır.
Dostları, onun bu kalenderliği terk edip, kıyafetini değiştirmesini istedikçe; “
Der īn kār medhal-i cāy u cāme nīst”, “ Bu işte makam ve elbisenin dahli
yoktur!” diyerek tevazuu göstermiştir ( Mehmed Ziya, 1913: 109 ).
Kemâl Ahmed Dede, dostlarının kendisine sikkesinin üzerine sarması için
hediye ettikleri sarıkları toplayıp, yine onların hediyesi olarak Konya’da bulunan
Çelebi Hazretleri’ne gönderirdi. Çelebi Hazretleri de birgün, Şeyhlik haysiyetini
koruması için ona kendi sarığını yollar. Kemâl Ahmed Dede, bu defa sarığı
sarmak zorunda kalır. Konya post-nîşîni, Derviş’in sarığı kabul etmesinden
duyduğu memnuniyeti bir toplantıda dile getirir. Kemâl Ahmed Dede çilesini
tamamlayınca da ona halifelik verir.
Kemâl Ahmed Dede, Çelebi Hazretleri tarafından kendisine hediye edilen
bu sarığı, sadece mukâbele ve ism-i Celâl okuduğu günlerde sikkesi üzerine
sarıp, diğer günlerde sarmayarak hediyenin sahibine duyduğu hürmeti ortaya
Kemâl Ahmed Dede ve Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’sı
37
koyar. Vefâtından sonra vasiyeti üzerine bu sikke, mânevî bir işaret olarak
sandukası üzerine konulmuştur ( Sâkıb Mustafa Dede, No. 1901:65 ).
Dünyadan elini eteğini çekerek, ömrü boyunca çile ile meşgul olan Kemâl
Ahmed Dede’nin aile hayatı olamamıştır. Evlâdının olmayışına yakın dostlarının
üzüldüğünü duyan Derviş; “Bir insanın kendinden sonraya kalan en hayırlı
vekili; manevî sonuçtur, ma‘nâ âleminin önderleridir. Her ne kadar bizim evlâd
ve torunlarımız yok ise de ne zararı var? Çünki yedi Ahmed nöbeti alacaktır.”
diyerek, kendisinden sonra Mevlevîhâne’ye, Ahmed isimli yedi kişinin daha
şeyhlik yapacağı kerametinde bulunmuştur ( Sâkıb Mustafa Dede, No. 1901:66;
Mehmed Ziya, 1913: 110 ). Gerçekten de Kemâl Ahmed Dede’den sonra
Yenikapı Mevlevîhânesi’ne yedi tane Ahmed isimli şeyh gelmiştir. Her ne kadar
araya İsmail Merkezî Efendi, Seyyid Nesib Yusuf Dede gibi isimler girdi ise de
bunların şeyhliği, farklı sebeplerle gerçekleşememiştir.
Kemâl Ahmed Dede’den sonraki Ahmed isimli Yenikapı Mevlevîhânesi
şeyhleri sıra ile şöyledir; Tuğâni Ahmed Dede, Sabûhî Ahmed Dede, Câmî
Ahmed Dede, Karî Ahmed Dede, Naci Ahmed Dede, Pendârî Ahmed Dede,
Ârifî veya Beçevi Ahmed Dede. Akşehirli Derviş, işte bu gibi kerametleriyle
toplumda sevilip sayılmış ve şöhret bulmuştur.
Derviş, bir mukâbele günü, kürsüde mesnevî okuyup, açıklamalar yaptığı
sırada fenalaşır. Mesnevî okumayı bırakarak, asıl ve ezelî sevgiliye ulaşmaya dair
sözler söyler ve vecd içinde sema‘ ederek oradakilerle vedalaşıp, dışarı çıkar. O
gece sabaha kadar ibadet ve zikirle meşgul olur. Sabahleyin abdest alır ve biraz
sonra da ruhunu teslim eder (Mehmed Ziya, 1913: 111 ). Gölpınarlı’nın, Kemâl
Ahmed Dede’nin vefâtı için H. 1026’dan sonraya rastlar (Gölpınarlı, 1971 : 175)
demesine rağmen diğer kaynaklar onun ölüm tarihi için H. 1010 / M. 1601’de
söz birliği ederler (Mehmed Ziya, 1913: 111; Tuman, 2001: 861; Esrar Dede,
2000: 442; Ahmet Eflakî, 2001: 143; Ergun & Uğur, 2002:86; İpekten & vd,
1988: 250; Bursalı Mehmet Tahir efendi, 1975: 83 ).
Yenikapı Mevlevîhânesi bahçesine defn edilen ( Tuman, 2001: 861 ) Kemâl
Ahmed Dede’nin kabri, hem halkın hem de yüksek zümrenin ziyaretgâhı
olmuştur.
Kemâl Ahmed Dede’nin, üç eseri vardır. Bu eserlerin ilki; Mir Hand Tarihi
Tercümesi’dir. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, bir tarih bilgini olarak tanıttığı
Kemâl Ahmed Dede’nin, bu eseri Farsçadan tercüme ettiğini belirtir. Diğer bir
eseri ise; Tuhfetü’l- Müştâkîn ilâ Menâkıbi’s-Sahâbeti ve’t-Tâbiîn’dir. Bu
da, Mehmet İbn-i Hasan Eş-Şâfiî’nin Menâkıbü’l-Ahbâb ve Merâtibu Uli’l-
Elbâb adlı eserinin tercümesidir ( Bursalı Mehmet Tahir Efendi, 1975: 83 ).
Kemâl Ahmed Dede’nin üçüncü ve en önemli eseri ise, Tercüme-i Menâkıb-ı
Mevlânâ’dır.
Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ
Sipehsâlar diye tanınan Ferîdûn b. Ahmed’in, “Risâle-i Sipehsâlar ba
Menâkıb-ı Hudâvendigâr” isimli eserinin tercümesidir (Ahmet Eflakî, 2001:
143). Sipehsâlar’ın eseri, on altıncı yüzyılda, Hemedanlı Abdülvahab bin
Mahmud Dede tarafından Farsça olarak kısaltılmış ve esere Sevâkıb-ı Menâkıb
Şerife AKPINAR
38
adı verilmiştir ( Ayan, 2003: 79 ). Ayrıca, Lokmanî Dede aynı yüzyılda Farsça
eseri, Menâkıb-ı Mevlânâ ( Lokmanî Dede, 2001: X ) adıyla tercüme etmiştir.
Mevlânâ için yazılan menâkıb-nâmelerin, Mevlânâ ve ahfadının hangi
düşüncelere kaynaklık ettikleri, hangi düşünceleri savundukları, toplumun onları
hangi konuda örnek aldığını göstermesi bakımından önemi tartışılmaz ( Ayan,
2003:81 ). Bu sebeple olsa gerek, Sipehsâlar’ın eseri, daha sonraki dönemlerde
ya kısaltılarak, ya da tercüme yoluyla sürekli yinelenmiştir. Sipehsâlar’ın eseri;
Sultan Veled’in İbtidânâme’de babası hakkında verdiği bilgilerden sonra,
Mevlânâ ve mümessilleri hakkında yazılan ilk eserdir ( Gölpınarlı, 1971: 175 ).
Eserin aslı, Farsçadır. Ahmed Eflâkî’nin, Âriflerin Menkıbeleri isimli eserinin
de esasıdır.
Kemâl Ahmed Dede, on altıncı yüzyılda eserin manzum tercümesini
yapmıştır (Gölpınarlı, 1971: 175). Bu tercümenin elde edebildiğimiz tek
nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi Kitaplığı, ilave kısım 82
numarada kayıtlıdır.
Kahverengi meşin kapaklı olan eser, 159 varaktır. Yazısı, harekeli nesihtir.
Her sayfada çift sütun olarak yazılmış ortalama 15 beyit bulunmaktadır.
Eserin ilk sayfası besmele ile başlar. Hemen altında da eserin adı ve
mütercimin ismi bulunmaktadır:
“Terceme-i Menâkıb-ı Mevlânâ
Terceme-i Kemâl Ahmed Dede”
Süleymaniye Kütüphanesi’nin damgası bulunan bu ilk sayfada, Kemâl
Ahmed Dede’nin hayatı hakkında kısa bir not vardır. Kimin tarafından yazıldığı
belli olmayan bu notta; mütercimin Akşehir’de doğduğu ve Hüsrev Çelebi’ye
intisab ettiği belirtildikten sonra; H.1006’da inşa edilen Bâb-ı Cedid yani
Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hizmete başladığı yazılıdır. Daha önce belirttiğimiz
H. 1010 ölüm tarihi ise H. 1024 olarak verilip; Mevlevîhâne bahçesinde medfun
olduğu belirtilmiştir. Sayfanın sol üst köşesinde ise bir okuyucu tarafından not
edildiğini düşündüğümüz “Menâkıbü’l-‘Ârifin Terceme-i Manzûmesi” ibaresi
yazılıdır.
1b’de kime ait olduğu belli olmayan mesnevî şeklinde yazılmış birkaç beyit
yer almaktadır. 2a’da Yunus Emre’ye ait bir murabba kayıtlıdır. Ayrıca,
içerisinde “Terceme-i Menâkıb-ı Sultânü’l ‘Ulemâ ve Mevlânâ Celâleddîn-i
Muhammed ve Hulefâ-i Îşân” yazılı bir mühür bulunmaktadır. Mührün hemen
altında “ İş bu terceme-i menâkıb-ı manzûm Yenikapu Mevlevîhânesi Şeyhi
Kemâl Ahmed Dede Efendi Hazretleri’nin tercemeleridir. Galata’da vâkı’
İskender Paşâ bina eylediği mevlevîhânenin vakfıdır gaflet olunmaya” ifadesi
vardır. Ayrıca birkaç varakta der-kenar olarak “Vakf-ı der Mevlevîhâne-i
Galata” yazılıdır.
Mesnevî şeklinde yazılmış, Terceme-i Menâkıb-ı Mevlânâ şu beyitle başlar:
Fâ‘i lâ tün Fâ‘i lâ tün Fâ‘i lün
Rāviler eyle rivāyet itdiler
Hākiler eyle hikāyet itdiler
Kemâl Ahmed Dede ve Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’sı
39
158a’da yer alan son beyit ise şöyledir:
Nitekim buyurdı Mevlānā-yı mā
Bir ġazel içre bu beyti ey kiyā
Son varakta mesnevîden ayrı olarak, Farsça bir beyit ve hemen altında da
tercümesi yer almaktadır:
Me fâ ‘î lün Me fâ ‘î lün Me fâ ‘î lün Me fâ ‘î lün
Tebessüm kıldı yüzi māh hayāli şāhı hoş handum
Ki güldi nesli ber- neslüm gelür ferzendi ferzendüm
Menâkıb-nâme’de başlıklar, kırmızı mürekkeple yazılmış ve Farsçadır.
Mesnevînin aralarında yine kırmızı mürekkeple yazılmış âyet, hadis ve Farsça
beyitler bulunmaktadır. Farsça beyitler, daha sonra nazmen Türkçeye
çevrilmiştir.
Eserde, rübâî, tuyug ve kıt’a nazım şekilleriyle yazılmış manzumelerin yer
alması da dikkati çeker.
Kemâl Ahmed Dede’nin, bu manzum menâkıb-nâmesinde dikkatimizi çeken
bir husus da “Der Medh-i Konya” başlığı altında, Konya şehrinin medhinin
yapıldığı bir manzumenin olmasıdır. Şair, “Öyle bir zaman gelsin ki Konya
fitneden kurtulsun, güvenli, korkusuz bir şehir olsun; orada yaşayan herkes irfân
sahibi olsun; hatta Konya’da yaşanan bu hoşluklar karşısında, onun toprağı
altında yatan ölüler bile dirilmek için heveslenip, kefenlerini yırtsın” dileğinde
bulunur ( 41a-41b ). Ardından ahir zamanın fitnesinden kurtulan Konya
şehrini anlatan, 13 beyitlik bir manzume yer alır. Derviş, Konya’yı, içinde
Mevlânâ olduğu için sevmiş ve medh etmiştir:
Fâ‘i lâ tün Fâ‘i lâ tün Fâ‘i lün
Dem-be-dem ol āfitāb-ı burc-ı nāz
Ya‘ni Mevlānā o dürr-i dürc-i nāz
Ḳonyaya ol ḫusrev-i ‘ālī neseb
Dirdi şehr-i evliyā eydü laḳab
Kim velī olur velāyet gösterür
Kim bu şehr içre vilādet gösterür
Atamu tā pāk cismi bundadur
Tā kim ol gencü ṭılısmı bundadur
Şerife AKPINAR
40
Ol şehu evlādınu ā‘ḳābınu