edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
Bülent Somay


 

II. Kısım

Robert Heinlein, nispeten az tanınan bir romanında (Tunnel in the Sky) şu soruyu yanıtlamaya çalışır: “Hangi hayvan en öldürücü hayvandır?” Cevap, tabii ki, insan – doğal bir gereksinme, içgüdüsel bir itki olmaksızın öldüren, sakat bırakan ve yok eden tek hayvan. İnsanlar için hayatta kalma mücadelesi bile doğal bir şey olmaktan çıkmıştır: saldırıya maruz kalan bir hayvan kendisini içgüdüsel olarak “dövüş ya da kaç” tepkisiyle savunacaktır; öte yandan insanlar, yaşamları karşısındaki tehdidin gerçek mi yoksa hayali mi olduğunu düşünmeksizin ilerisi için önceden plan yapar, tedbir alır ve “önce sen saldır” komutunu en iyi savunma yolu olarak benimserler. Bireyin hayatta kalma arzusu (hayvanlarda tür odaklı hayatta kalma içgüdüsüne zıt olarak) ve bireyselliği oluşturan unsurları koruma arzusu (bunlar ister bedenin bütünlüğü ister dünyevi mülkler, isterse de psikolojik nitelikler olsun) insanları, hayvanların en öldürücüsü kılar: aç olmasalar bile “üç kuruş” için, haysiyetleri, Tanrı, kral ve ülkeleri adına ya da “öylesine”, yalnızca zevk için öldürürler. Sartre’ın cehennem ötekilerdir sözü bu olgunun basit bir onaylanışıdır: Cehennemi, nihai acının ve kaybın kaynağını aradığımızda insandan başka bir “öteki”ye bakma eğilimindeyiz; ne var ki cehennem öteki insanlardır. Cehennemin sözel ve görsel tasvirleri bunu kanıtlar görünmektedir: iblisler, zebaniler vb, fallik ek tasvirlerle (boynuzlar, kuyruklar, kargılar, üç çatallı mızraklar), abartılı insan imgelerinden başka bir şey değildir.
Cehennem kavramının kendisi, Gerçek’i tanımlama çabasında bir kez daha başarısızlığa uğramaktan başka bir şey olmadığı için; tecrübeye dayanan çevremizin dokusundaki o kara delik ve bütün tanımlama çabalarının (bundan ötürü simgeleştirmenin, dilin) başarısızlığa uğradığı, var olmayan o zaman/mekâna işaret ettiği için, “başka insanlar” (Sartre’ın les autres kavramının aşırı tercümesi), aynı zamanda Gerçek’tir. Her ne kadar bilincimizin sınırlarında gizemli bir şekilde dolaşan bu olgunun çoğu zaman yarı yarıya farkında olsak da bireysel ve toplumsal süperegoların varlığı, bu olguyu bilinçli zihinlerimizden gizlemeye yaramaktadır. Komşumuzun durup dururken tecavüzcü ve yağmacı bir manyağa dönüşmeyeceğini verili olarak alırız. Tabii ki az da olsa böyle bir manyağa dönüşebilme olasılığını bize açıklayan psikiyatrik açıklamalar mevcuttur (travma, şimdiye kadar açığa çıkmamış genetik bir bozukluk vs) ama bu olasılık bu şekilde mantıksal bir biçimde açıklanabildiği (ve örtbas edildiği) için huzur içinde uyuyabiliyoruz.
Huzur içinde uyuyoruz ama bunun nedeni komşumuzu kendiliğimizden sevmemiz ya da ona güvenmemiz değil, Babanın Adı’nın; Lacan’ın yasaklayan/hadım eden bir babanın sembolik varlığı anlamındaki o ünlü deyişinin (le nom du père / le non du père); gerçek baba, Devlet, Tanrı için kullandığı o metaforun bizi koruduğuna inanmamızdır. Tabii ki etrafta dolaşan soyguncular, sıradan hırsızlar, katiller, seri katiller ve teröristler var ama onlar başka tür insanlar; komşularımız, bizden değiller. Bu örnekte, polisleri, mahkemeleri, savcıları, hapishaneleri ve şırıngalarıyla devletin temsil ettiği Babanın Adı, bu “ötekiler”e karşı bizi korumaktadır. Bunlar, devletin varlığına rıza göstermemizin, hatta katlanmamızın ana nedenlerinden biridir. Babanın Adı kendi içinde ve/ya kendisi için var olan ayrı bir varlık değildir; kendi insanlarımıza, (bacılarımıza değil ama) biraderlerimize karşı aldığımız sonu gelmez tedbirlerden oluşur. Komşumuzun bir vicdanı vardır; bu vicdan iflas ettiği zamanlarda, eylem sırasında öteki komşuların onu yakalamasından içgüdüsel bir korku duyar; komşular arası sonsuz mikro-güç oyunlarında itibarını kaybeder. Bu korku iflas ettiğinde karşısında hapishaneleri ve darağaçlarıyla devlet durur, bu da işe yaramazsa onu deli olarak itham edecek, mikro-güç oyunlarının hepsinden tutup çıkaracak ve onu özne-olmayan konumuna yerleştirecek psikiyatri kurumları vardır. Son zamanlara kadar Babanın Adı’nın bu anı, Tanrı’ya ve dini kurumlara atfediliyordu; şimdi Tanrı’nın ve dinin büyük ölçüde modası geçtiği için, bunların yerini onsekizinci yüzyılın sonlarından beri bu işlevi yerine getirmesi için hazırlanan psikiyatri kurumları aldı.
Gerçek, uykumuzu kaçıran, Babanın Adı’nı oluşturan denetimlerin ve karşı denetimlerin girift ağından kaçan şeydir. Gerçek, fallik işlevin ve hadım tehdidinin anlamsızlaştığı noktadır. Bir deprem ya da fırtına Gerçek’in alanındadır: bir fırtınayı hadım etmekle tehdit edebilir miyiz? Onu hadım etmek bizim (herhangi birinin) gücünün ötesindedir. Şayet bilimkurgu kehanetleri gerçekleşirse bir depremi önceden bilebilir, gücünü yönlendirebilir ve hatta onu tamamen önleyebiliriz. Ama onu tehdit edemez ve fikrini değiştiremeyiz: Bizden korkusu yoktur. Korkuyu bilmediğinden ötürü sembolik düzende, yani merkezi bir hadım ilkesi, erkeklik organı çevresinde kurulan dilde anlam taşıyacak ne bir duygusu ne de hissi vardır. Bir doğal afet fallik ilkeye tabi değildir; sadece vardır ya da onu önleme tekniğini ve yolunu biliyorsak, yoktur.

İlk davet
Slavoj Zizek Dünya Ticaret Merkezi kulelerine yapılan 11 Eylül saldırılarını (Matrix filmindeki bir repliğe gönderme yaparak) “Gerçeğin Çölü” adıyla vaftiz etti; böylelikle bizi Gerçek ile ilişkimizde yeni bir evreden haberdar ediyordu (yani Gerçek’i isimlendirme, sembolize etme ve böylece ehlileştirme konusundaki yetersiz çabamızı bildiriyordu). Gerçek, bundan böyle göklerden yağan ateş ve kükürt değildi yalnızca; bir uçağı kaçırıp uçuracak kadar medeniyet seviyesine ulaşmış insanlardı. Yaşadığımız çokkültürlü dünyada bu insanlardan herhangi biri komşumuz olabilirdi pekâlâ ve dolayısıyla en azından kuramsal olarak, Babanın Adı’nın denetiminde olmaları gerekirdi. Gelin görün ki öyle değildiler: Batı uygarlığının tanımladığı biçimiyle bir vicdana sahip değildiler; ne ABD polisinden, ordusundan, hapishanelerden, idam hücrelerinden, ne de ölümün kendisinden korkuyorlardı.
Bu tür insanların farkına varmak, Amerikalının sembolik düzeninde büyük bir delik açmıştı. Amerikan kültürü, Hollywood filmlerinde Gerçek ile hep flört etmişti. Gerçek; ya doğal afetlerdi, ya uzay yaratıklarının işgali ya da “saf kötülük”tü – yani kaybedecek hiçbir şeyi olmayan ve böylelikle Babanın Adı’nın denetimi ya da karşı denetiminden özgürleşmiş insanlardı. 11 Eylül’de bu flört evresi ciddi bir ilişkinin başlangıcıyla sona erdi ve ciddileşen her flört ilişkisi gibi, bu da katışıksız bir dehşet edimiydi. ABD’deki seyirciler New York’un uzun, fallik binalarının doğal afetlerle, bombalı saldırılarla hatta uzaydan gelen yaratıklarla yıkıldığını filmlerde birçok kez seyretmişlerdi; ama bu kez olan şey gerçekti ya da Gerçek’in kendisiydi. Ve bu sefer Gerçek; doğal afet, uzaylı yaratıklar ya da olay sırasında mutlaka ölen bir manyak kisvesinde ortaya çıkmamıştı. Bu olayda, “Gerçek” örgütlenmiş bir gruptu ve her ne kadar saldırganlar olay sırasında ölmüş olsa da örgüt bir bütün olarak yaşamaya devam ediyordu (ya da öyle olacağı varsayılıyordu).
Bu olgunun kendisinde belirsiz içerimler mevcut. Bir yandan James Bond’un Spectre’ından pek de farklı olmayan ve saf kötülüğün cisimleştiği el-Kaide bir tehdit olmayı sürdürüyordu – dolayısıyla korkmalıydık. Öte yandan tehdit, en azından temsil ediliyor ve sembolize ediliyordu. ABD hükümeti, (bir tür Şeytan’ın liderlik ettiği) saf kötülükle dolu uluslararası bir örgüt suretinde sürekliliği olan bir tehdit yaratarak (veya tehdidi abartıp bu hale getirerek), Gerçek’i, cennette yer garantilemenin karşılığında intihar etmeye istekli bir grup din fanatiği olarak ehlileştirmeyi başardı. Artık Gerçek’i, aralıksız bir mücadele gayreti (“Teröre karşı Savaş”) şeklinde konumlandırmak ve onu elle tutulabilir, tanımlanabilir ve yönetilebilir bir şey olarak göstermek mümkündü.
Dolayısıyla Gerçek ile bu ilk karşılaşma emin bir şekilde ehlileştirilmiş ve hatta Afganistan ve Irak işgaline sebep gösterilerek bir avantaja dönüştürülmüştü. Bundan böyle 11 Eylül konuşulmayan, tanımlanamayan bir terör eylemi değil, ABD ve İngiliz ordularının Irak’a girme sebebiydi ve 11 Eylül’de ölen insanlardan daha fazla insan öldürülmüştü bu işgalde. Bununla beraber bu bir “savaş”tı ve dolayısıyla (tabii ki sıcak savaşta oraya giden askerlerden biri değilseniz) sembolik düzende belirli bir yeri vardı. ABD’nin ordu gücü, El- Kaide militanlarındaki süperego, yani Batı tarzı vicdan eksikliğinin karşısına konuyordu. ABD ordusu El-Kaide gibi örgütlerle mücadele etme amacına yönelik tasarlanmamışsa da, yine de Babanın Adı’na duyulan güveni –ki bu güven, Babanın Adı’nın en ünlü fallik temsiliyle birlikte devrilmişti– yeniden yapılandırmak ve pekiştirmek üzere mevzilenmişti..

İkinci Davet
“Gerçeğin Çölü”ne ikinci davetiye dört yıl sonra hemen hemen aynı günde geldi. Kısmen adlandırıldı ve sembolize edildi: Katrina Kasırgası (ki kasırga, fırtına ve hortumlara bir ad vermek Gerçek’i bir başka şekilde sembolize etme çabasıdır) ABD’nin güneydoğusunu vurmuş ve New Orleans metropolünü büyük ölçüde yok etmişti. Fırtına uzun zaman önce tahmin edilmiş ama sonuçları muazzam biçimde hafife alınmıştı. Bu, Gerçek ile tam bir karşılaşma olmasına rağmen bu tür karşılaşmalar gündelik yaşamımızın bir parçasıdır: Bir sene önce dev bir tsunami Sumatra’yı, Sri Lanka’yı, Tayland’ı ve Hindistan’ı vurmuş ve iki yüz bin insan ölmüştü. 1999’da bir deprem Türkiye’nin İzmit ve Gölcük kentlerini vurmuş ve resmi olmayan tahminlere göre otuz binden fazla can kaybı olmuştu. Dolayısıyla New Orleans felaketi bütünüyle yeni bir olay değildi.
Yeni olan –ve esrarengiz biçimde şaşırtıcı olan– şey, ABD hükümetinin bu felaketle başa çıkma konusunda tamamen kifayetsiz kalmasıydı. Bir yıl önce tsunamiyle karşı karşıya kalan “Üçüncü Dünya” ülkeleri bile afet yönetiminde ABD’den daha iyiydi; hatta bu tür olaylarla uğraşırkenki özensizliğiyle kötü bir ün salmış olan Türk devleti bile altı yıl önce insan yaşamına karşı belli ölçüde terbiye ve saygıyı korumayı başarmıştı. Ne var ki ABD hükümeti, afetle baş etmeye çalışırken koşulların elverişsizliğinden şikayet ediyor, özellikle de ABD vatandaşlarının ABD vatandaşlarına muamelesinde hafifletici sebepler buluyordu. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde New Orleans’ın “anayurt güvenlik şefi” (kuşkusuz 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan bir görev) Albay Terry Ebbert, “bazı insanların tahmin ettiği ölçüde dehşet verici ölümler gerçekleşmemiş olabilir” demiş ve ölü kimseleri arama sürecinin medyada yer almadan sürdürüleceğini eklemişti. Gösterdiği bahane oldukça insaniydi: “Houston’da olduğunuzu ve ailenizin mülkünden birilerinin çıkarıldığını izlediğinizi hayal ediniz. Bunun doğru olduğunu düşünmüyoruz.” Mesele, tabii ki, mülksüz ölülerdi. 11 Eylül sonrasının yarı-militer yöneticilerinin (epey haklı biçimde) ölenlerin çoğunun evsiz ve tescilsiz vatandaşlar olmasını umdukları apaçık ortada; bu insanlar böylece istatistiklerde yer almayacak ve ölü sayısı “kabul edilebilir” düzeye çekilecekti. Houston’da hiç kimse onları sormayacak ya da “mülklerinden” çıkarılışlarını beklemeyecekti. Yaşarken devlet nezdinde var olmamışlardı, dolayısıyla öldüklerinde de ortaya çıkarak devleti utandırmasalar iyi olurdu.
Ama buradaki asıl konumuz Katrina’dan sonra ABD hükümetinin yetersizliği ve olayı örtbas etme çabaları değil. Kasırganın kendisi Gerçek ile kısa bir karşılaşmaydı ama zaten beklenen ve sembolize edilen/temsil edilen bir karşılaşmaydı. Gerçek ile gerçek karşılaşma, kasırga ve “kurtarma çabası” arasındaki boşlukta meydana geldi; bu karşılaşma “afet ve kurtarma” söyleminin sembolik dokusunda bir yırtık, bir yarıktı. New Orleans felaketinin asıl dehşeti kasırga ve kurtarma çalışmaları arasındaki tecavüz, yağma ve silahla öldürme dalgasıdır. Toz bulutu kalktıktan sonra uluslararası saygıdeğer medya tükürdüğünü yalamış, olayların abartıldığını, doğru dürüst belgelenmediklerini ve çoğu tanığın ortadan kaybolduğunu söylemiştir. Ama kasırga ile federal hükümetin, zulmü değilse de, en azından medyayı idare etmeyi becerdiği zaman arasında geçen o korkunç boşlukta binlerce olmasa da yüzlerce insan tecavüze uğramış, öldürülmüş, taciz edilmiş ve soyulmuştu. Medyada kasırganın ilk zamanlarında çıkan haberler, “güvenlik güçlerinin” ateş etme meraklılarına dönüştüğünü ve aslında bazı ölümlerden sorumlu olduklarını göstermişti.
Kısacası, Amerikalının “medeniyet”ten anladığı şey bozguna uğradığında ABD nüfusunda arta kalan o küçük süperego da onunla çökmüştü. Ivan Karamazov, “esli Boga net – znachit, vsio pozvoleno” demişti – “Tanrı yoksa o halde her şeye izin vardır”. Lacan ise durumun bunun tersi olduğunu söylemişti: Tanrı yoksa hiçbir şeye izin yoktur, çünkü Babanın Adı olmadığında herhangi bir şeye izin verecek biri yoktur. Pratik bağlamda bu, hiçbir düzenin olmadığı acımasız bir evrendir. Durum bu hale geldiğinde, “Öldürmeyeceksin” diyecek kimse yoktur – birinin yaşamasına “izin bile verilmez”. Bu, tam da New Orleans’da olan şey, küçük bir farkla: Katrina günlerinde eksik olan Tanrı değil “medeniyet”ti, ya da daha açık bir ifadeyle, kapitalizmin temel altyapısıydı.

Babanın Adı artık burada yaşamıyor
Medeni dünyada süperego aslında münhasıran kapitalizme ait bir yapı değildir: medeniyetle yani genelde dille, ataerkillikle ve sınıf-toplumuyla şekillenen psişik bir niteliktir. Kapitalist süperego bu oluşumun yalnızca en son safhasıdır ama kapitalizm, zamanımızın koşullarında medeniyetin alabileceği tek olası şeklin kendisi olduğu iddiasının bir uzantısı olarak, kapitalist süperego da genel olarak süperegonun alabileceği tek olası şekilmiş gibi davranır. Hiç kimse bu iddiayı Londra metrosundaki bombalama olaylarını takiben konuşan Tony Blair kadar iyi ifade edememiştir: Başbakan olarak Londra’ya, olay yerine gitme ödevi ve G8 zirvesinin bir üyesi olarak Gleneagles’da kalma ödevi arasında kalan Blair saldırının “İngiltere ve dünyadaki öteki medeni ülkelere” yönelik olduğunu ilan etmişti. Ama konuşması sırasında öteki yedi üye, suratlarındaki o ciddi ifadeyle Blair’in tam arkasında durdukları için, “medeni uluslar”dan kastettiği şeyin, (en azından görsel olarak) G8’in temsil ettiği şey, tek kelimeyle söylemek gerekirse, kapitalizm olduğu açıktı. Oysa Blair medeniyeti kapitalizmle özdeşleştirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu ne kendi ülkesi ne de arkasında sıraya dizilmiş yedi liderden altısı için geçerliydi; tek istisna George W. Bush’tu çünkü onun ülkesi tam da kapitalizmle özdeşti.
İşte bu yüzden ABD’de kapitalist yapı (yani kapitalizmle özdeşleşen maddi koşullar, yaşam tarzları, üretim koşulları, dolaşım, tüketim ve iletişim) çöktüğünde medeniyet de değerini yitiriyor. Kapitalizmden önce bir medeniyet tarihi olan birçok Avrupa ve “Üçüncü Dünya” ülkesinde kapitalist alt- ve üstyapının çöküşü bir felaket olabilir, ama en azından kriz atlatılana kadar, kapitalizm öncesi kültürel biçimler idareyi elde tutmak için her daim orada mevcuttur. Oysa her biri kendi medeniyetinin atığı olan ve dünyanın dört bir yanından gelen yerleşimcilerin Amerikan topraklarında zaten var olan kapitalizm öncesi kültürel oluşumların neredeyse hepsini yok eden bir süreçle kurduğu ABD’deki medeniyet, kapitalizmle başlamıştır (ve belki de, –bundan endişe duymalıyız– kapitalizmle sona erecektir).
Gerek geçen sene Hint Okyanusu’ndaki tsunamide gerekse altı yıl önce Türkiye’deki büyük depremde kapitalist alt yapı “Tanrı” tarafından yıkılmıştı. Bunun sonrası kısmen kaostu: tabii ki yağmacılık, yardım konusunda kavgalar, belki birkaç tecavüz, birkaç adam öldürme ve belki en aşırı durumlarda yamyamlık olayları olmuştu. İnsanlar bir süre için homo homini lupus durumundaydılar. Öte yandan karşılıklı bir yardımlaşma da söz konusuydu; çoğu yerde kapitalizm öncesi tepkiler duruma el koydu; insanlar birbirlerine yardım ettiler, topluluk olma anlayışı, “komşunu sev” anlayışı, başıboş, ahlakdışı bireyselciğin karşı noktasıydı. Türkiye’de aşırı milliyetçi, faşist grupların, sosyalistlerin ve anarşistlerin, el ele olmasa da, kurtarma ekiplerinde yan yana çalıştıkları bilinmektedir. Kısacası her iki durumda da “Öldürmeyeceksin” ve “Komşunu sev” emirleri, en azından kısmen, yürürlükteydi. Bu da kapitalist süperegonun yokluğunda kapitalizm öncesi süperegonun idareyi eline aldığı anlamına geliyor. Kapitalist süperego yalnızca a) maddi refah ve onun kapitalizmle sağlanan üstyapısal sonuçları ve b) kapitalist ulus-devletin baskıcı ve denetimci gücü arasında var olabilmektedir. Kapitalizm, komşunuza düşman olma isteğinin değilse bile gereksinmesinin karşısında, ya maddi yollar sağlayarak veya bu gerçekleşmeyince de polis, hapishane ve elektrikli sandalye suretinde baskı aygıtları yaratarak toplumsal süperego işlevini görür. Ne var ki bunlar, Babanın Adı’nın yalnızca iki örneğidir ve Gerçek ile ne şekilde karşılaşılırsa karşılaşılsın son derece hassas örneklerdir. Babanın Adı’nın öteki örnekleri kapitalizm öncesi nitelikler taşırlar ve aile, ahlak, topluluk ve karşılıklı yardım kavramlarıyla, kapitalizmin yükselişinin gerçekte paye vermediği bu kavramlarla alakalıdırlar.
ABD, kapitalizm ile medeniyeti özdeşleştirmiş ve kapitalizm öncesi kültürel formlara gerek kavramsal açıdan gerekse uygulamada son vermişti. Bu yüzden New Orleans’taki sorun, öyle görünüyor ki, kapitalist süperego çöktüğünde yerini, geçici bile olsa, dolduracak herhangi bir şeyin olmamasıydı. İletişim, elektrik, temiz su ve alışveriş imkânları zarar gördüğünde New Orleans sakinleri (veya Katrina’dan önce kaçacak fırsatı bulamayanlar) terk edilmişlerdi. Dünyanın en büyük gücü olduğu varsayılan, zor kullanarak dünyadaki bütün ulusların toplumsal ve ekonomik yapılarını değiştirebilecek güçte olduğu varsayılan devlet, onların devleti, orada değildi: çatışan çeteler, çapulcular, başıboş kalmış tecavüzcüler ve bu tımarhaneden kaçmaya çalışan masum insanları vuran iktidarsız güvenlik güçleri vardı yalnızca. Amerika’nın süperegosu çökmüştü.
New Orleans felaketi, (ikinci kasırga Rita’nın Katrina kadar feci olmayışına şükretmeliyiz yoksa bir de “Houston felaketi”nden söz ederdik) Amerikan medeniyetinin tüm gösterişine rağmen, Gerçek ile böylesi karşılaşmalar karşısında son derece çıtkırıldım olduğunu göstermiştir. Bu karşılaşmalar (geçici de olsa), kapitalist maddi koşullar ile devletin baskıcı gücü arasındaki olağanüstü hassas dengeyi yok etmektedir. Sanki Amerikalıların içinde dışarı taşmayı bekleyen bir tür kötülük vardı. Bu ifade, bütün metafizik yan anlamlarına rağmen, gerçeğin kendisinden o kadar uzak değil: New Orleans’ta Zizek’in “İd-kötülüğü” diye adlandırdığı şey çıkmıştı dışarıya. Bu kötülük, Auto-da-Fé’deki gibi “daha yüksek bir iyilik” uğruna var olan veya Fransız Devrimi’nden sonra hüküm süren terördeki (“süperego-kötülüğü”) kötülük değildi; ne de yalnızca bireysel menfaat uğruna var olan kötülüktü (“ego-kötülüğü”); daha ziyade sırf jouissance uğrunaydı. New Orleans en azından bir süreliğine denetimsiz keyfin hâkim olduğu bir yerdi: başka bir neden olmaksızın, sırf “yapabildikleri” için insan öldürüyor, yağmalıyor ve tecavüz ediyorlardı. Ne yağmaların nedeni maddi ihtiyaçtı (yalnızca ihtiyacı olduğu için yağmalayanlar olmuş olsa da bu insanlar konumuzun dışında), ne tecavüzlerin nedeni cinsel hazdı (tecavüzcülerin çok azı bunu amaçlar), ne de kızgınlık, intikam ya da maddi menfaat yüzünden öldürmüşlerdi.
1999’da Joel Schumacher’in yönettiği 8MM adlı filmde yaşlı, varlıklı bir dul kadın, bir özel detektif (Nicholas Cage) tutar. Kadın ölen (yaşlı) kocasının kasasında 8mm’lik bir porno film makarası bulmuş ve bir genç kadına yapılan işkenceyi ve kadının ölümünü anlatan bu filmden rahatsız olmuştur. Detektiften bu filmin gerçek olup olmadığını, porno dünyasına ait terimlerle konuşursak “snuff film” olup olmadığını ortaya çıkarmasını ister. Film bizi yeraltı porno dünyasına götürür, her buluşmada bize “snuff film” denilen bir şey olmadığı söylenir, çünkü böyle bir şeyin var olması porno endüstrisi adına kendi bindiği dalı kesmek, hatta intihar etmek demektir. Bu sava tam inanacağımız sırada filmin aslında gerçek olduğunu ve genç kadının gerçekten öldürüldüğünü öğreniriz. Öte yandan bunun porno endüstrisiyle alakası yoktur: yaşlı, zengin adam filmi çekmek için yönetmeni, kameramanı, aktörü (yüzünde hep deri bir maske olan “makine”) ve kadını kendisi tutmuştur – tabii ki kadının asıl amaçtan haberi yoktur. Cage bunu ortaya çıkardığında tüm olay boyunca yaşlı adamın suç ortağı olan sekreterini yakalar ve “Neden yaptı bunu?” diye sorar. Yanıt açıktır: “Çünkü yapabiliyordu”. Yarım yamalak gördüğümüz (“göz ucuyla”, “yamuk” bakarız ve tam göremeyiz) filmin muazzam derecede erotik olması değildir neden: kötü bir filmdir, kötü bir kamera işçiliği ve korkunç renkler vardır. Adamı tahrik eden şey bir kadını sakatlamak ve sonunda öldürmek de değildir. Hayır, bu zengin yaşlı adamı tahrik eden şey bunu yapabilme becerisidir, “Yapabilirim”in gücüdür, sonucun kendisi değil.
Amerikan kültüründe (bütün öteki kültürlerde olduğu gibi) “Yapabilirim”in gücü yalnızca varlıklılara özgüdür. Ne var ki bir dereceye kadar kapitalizm öncesi süperegoyu koruyan, gerek Avrupa, Asya gerek Latin Amerika kültürlerinde, “Yapabilirim”in kendisi yeterli değildir: Babanın Adı’nın daha eski, daha geniş kapsamlı örnekleri araya girer, “Yapabilirim”in o saf keyfini engeller. Medeniyetini, bütün bir yerel nüfusun acımasızca yok edilişi ve tarihte dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir kölelik rejimi üzerine kurmuş olan ABD’de “Öldürmeyeceksin” emri “Paçayı sıyıramayacaksan öldürmeyeceksin”e dönüşür. New Orleans felaketi, olağandışı durumlarda “Yapabilirim”in gücünün varlıklılara özgü olmayacağını gösterdi. Bir felaket başgösterdiğinde (bu bir ekonomik kriz de olabilir – Büyük Bunalım’ın daha yeni, daha büyük ve daha derin bir türü) ABD topraklarının dört bir yanında homo-homini-lupus yaşanacaktır. Sınıf, etnik kimlik, yaş ve gelir dağılımı farkı olmaksızın “Yapabilen” herkes, yapacaktır.
New Orleans felaketi herhalde pek yakında izleyeceğimiz bir filmin fragmanı. Amerikan medeniyetinin, ekonomik ve askeri gücünün hassasiyetiyle birlikte git gide artan kırılganlığı, “Gerçeğin çölü”ne yapılacak kitlesel bir ziyareti, uzunca bir süre için gerçek bir olasılığa dönüştürmektedir. Amerikan Sağı’nın “aile değerleri”ni, “ahlak”ı ve dini (püriten bir Hıristiyanlık) git gide daha çok vurgulaması, (her ne kadar “bildikleri şeyi bilmiyorlarsa” da) onların da bu gerçeğin farkında olduğuna ve bu kaderi değiştirmek için ellerinden geleni yaptıklarına işaret etmektedir. Ne yazık ki başarısız olmaya mahkumlar; çünkü a) “aile değerleri” gerçek dünyadaki Amerikan ailesinde gördüğümüz şeydir: başarısızlık ve sürekli parçalanma; b) “ahlak ‘etik’ değildir” ve c) kürtaj konusunda görüldüğü gibi aşırı sağın tavsiye ettiği türden bir din yalnızca nefreti besleyebilir. Amerikalıların Gerçek’in çölüne yapacakları bir sonraki ziyaret(ler)inden sağ çıkabilmeleri için komşularını (yani birbirlerini) sevmeyi ve uzun zaman önce kültür yapılarından çıkarıp attıkları topluluk ruhunu ve karşılıklı yardımlaşmayı öğrenmeleri gerekmektedir. Ama bunu yapabilmek için de dünyadaki bütün komşularını sevmeyi öğrenmelidirler, şu anda kudreti aşikar olan, keyif aldıkları o kırılgan, geçici baskı gücünden, “Yapabilirim”in gücünden gönüllü olarak vazgeçmelidirler. Hepimiz, bütün dünya için gerçek sorun, bunu yapıp yapamayacaklarıdır.

Çeviren: İpek Seyalıoğlu


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640538 ziyaretçi (1178183 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol