Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler*
Herbert A. Deane
Bu yıl nisan ve mayıs aylarında Columbia Üniversitesinde üniversite binalarının işgal edilmesi, Columbia Kolejinin dekanının rehin alınması ve rektörün dosyalarının yağmalanması, barışçı toplantılar, grevler ve düşünce ifadesinin çok ötesine geçen bir dizi protesto eyleminin en yenileri ve en çok dikkat çekenleri. Bu türden ilk önemli olay üç yıl önce, Low Kütüphanesi önünde büyük bir gösteri NROTC (Deniz Yedek Subay Eğitim Kıtası) ödül töreninin iptal edilmesine sebep olduğunda meydana geldi. Aynı dönemde, hem bu ülkede hem dışarıda, protestocular, başka üniversitelerde ve toplumun daha geniş kesimlerinde de karşı çıktıkları üniversite faaliyetlerini engellemek ve amaçlarına ulaşmak için şiddet içeren gösteriler ve işgaller düzenlediler. Bu açıdan Columbia’daki olaylar daha geniş bir düzenin parçası olsalar da, oradaki koşul ve eylemlerin kendilerine özgü özelliklerine de dikkat edilmelidir.
Hiç kimse son üç yıldır Vietnam’daki savaşın tırmanarak devam etmesinin Amerikan üniversitelerindeki birçok öğrenci ve öğretmenin düş kırıklığı ve başkaldırısına yol açan en önemli nedenlerden biri olduğunu inkâr edemez. Amerikan hükümetinin Vietnam’da izlediği politikanın hem ahlakî hem politik olarak bağışlanamaz oluğuna inanan öğrencilerin sayısı sürekli artıyor. Daha da önemlisi, bu öğrencilerin çoğunluğu ve onların öğretmenleri politik liderlerimizin savaş ile ilgili demeçlerinde hiç de dürüst olmadıklarına inanmaya başladılar. Birçok öğrenci, en azından Senatör McCarthy başkanlık seçimleri için kampanyasını başlatıp, Başkan Johnson seçimlere tekrar girmemeye karar verene kadar sıradan demokratik politik süreçlerin ve normal protesto ve eleştirilerin olayların gidişatını ve hükümet politikasını gerçekten etkileme kapasitesi olup olmadığını sorgulamaya başlamıştı. Normal politik faaliyetlerin neden olduğu düş kırıklığı kampüs protestolarının derecelerinin ve yoğunluklarının keskin artışında kendini göstermiştir.
Kampüslerde protesto ve düş kırıklığı yaratan ikinci önemli neden ülkemizdeki kentsel ve ırksal krizdir. Bunlar geçen yazki yaygın ayaklanmalara ve bu nisanda Dr. Martin Luther King, Jr.’ın öldürülmesini izleyen yıkım dalgasına yol açmıştır. Burada da, özellikle getto bölgelerine yakın kent üniversitelerindeki birçok öğrenci ve öğretmen, gecekondu bölgelerinde yaşayanların karşılaştıkları sefalet ve haksızlıklara isyan ettiler. Ayrıca, artan bir düş kırıklığıyla, hükümetin her kademesinin bu problemleri çözmekteki yeteneksizliğini veya isteksizliğini gözlediler. Kerner Komisyon Raporu’ndaki açık uyarılara ve önerilere rağmen, milletvekillerinin, eyalet ve yerel yöneticilerin çoğu şehir merkezinin önemli bir bölümünü oluşturan gecekondu bölgelerinin ekonomik problemlerini çözmek için gereken büyük ve pahalı çabayı göstermeye başlamaktan bile kaçınıyorlar. Görüldüğü kadarıyla yönetici çoğunluğun ayaklanmalardan aldığı ana ders, isyancıları bastırmak için daha fazla insan ve daha gelişmiş silahlara ihtiyaç olduğu.
Bu çok gergin kampüs havasının ve sıradan eleştirel süreçler ve muhalefetin yarattığı düş kırıklığının önemli sonuçlarından biri, daha radikal öğrencilerin üniversitelerine saldırmaları ve askeri kurumlar, Vietnam’daki savaşın devamı ve şehirlerimizdeki ırksal krizle bağlantısı olan (veya olduğu iddia edilen) üniversite faaliyetlerine karşı çıkmaları oldu. Bu bahar Columbia’daki gösterilerin önemli sebeplerinden ikisinin Üniversitenin Savunma Araştırmaları Enstitüsü ile olan bağları ve Morningside Park’ına yapılan spor salonu olması tesadüf değildir. Bu konuların seçilmesinin ve vurgulanmasının nedeni, çok basitleştirilmiş ve yalın şekilde ortaya konduklarında, Vietnam’daki savaşa ve ırkçılığa karşı olan çok daha geniş bir grup öğrenciden destek alabilecek olmalarıydı. Geçen sene içerisinde radikal öğrenciler üniversitenin kendisine ve savaşla veya kentsel krizle bağlantısı bile olmayan öğretim ve araştırma yöntemlerine de saldırdılar. Buna gerekçe olarak da üniversitenin hem toplumun “iktidar yapısının” bir parçası olduğunu hem de orta ve üst seviye ticaret, hükümet ve askeri bürokrasiye eleman yetiştirerek ahlak dışı bir sosyal sistemin kötülüklerinin içine gömüldüğünü ileri sürdüler. Bu saldırılar sözde olmaktan çıkıp zorlayıcı ve şiddetli hareketlere dönüştüklerinde, üniversite özellikle savunmasızdır. Üniversite normal faaliyetlerini barışçı yöntemler ve akılcı tartışmalarla yürütür ve şiddetle veya şiddet tehditleriyle başa çıkmak için ne gerekli düşünce yapısına ne de gerekli araçlara sahiptir. Sınıflarımızda, kütüphanelerimizde ve laboratuvarlarımızda hemen hemen hiç disiplin sorunumuz yoktu ve öğretmen öğrenci ilişkilerimiz yazılı kurallardan çok söylenmemiş geleneklerle düzenlenmişti.
Geçtiğimiz üç sene içerisinde Columbia ve kardeş üniversitelerindeki radikal öğrencilerin protesto eylemlerinin altında yatan varsayımların ve bağlı oldukları değerlerin bazılarını incelemenin yararı olabilir. Radikal öncülerin tavırlarında ve eylemlerinde sadece kendilerini haklı kabul eden tutumları ve katı ahlaki saltçılıkları insanı sürekli şaşırtıyor. “Ben tamamen haklı ve ahlaklıyım, ve siz –eğer benimle aynı fikirde değilseniz– tamamen haksız ve kötüsünüz. Bu yüzden sizinle tartışmam için herhangi bir sebep yok. Saygı duymam gereken hiçbir hakka sahip değilsiniz ve benim istediğim her şeyi kabul etmek zorundasınız. Eğer etmezseniz, benim savunduğum ve temsil ettiğim hak ve adaletin zaferini kesinleştirmek için her türlü yöntemi kullanmaya hakkım var.” Bu tam ahlaki kesinliğin karşısında insan Cromwell’in müthiş cümlesini haykırmak istiyor: “İsa adına yalvarıyorum, yanılmış olma ihtimalinizi düşünün.” Çünkü ahlaki saltçı için kötülere ve inanmayanlara karşı güç kullanmak, Ortega’nın bizi uyardığı gibi, nihai yol yerine öncül veya tek yol haline gelir. Tartışma, farklılıkları hoşgörme, uzlaşma, müzakere – uygar insanların farklılıklarını gidermek veya onlara katlanmak, beraber yaşamaya devam etmek ve birbirlerinden farklılıklarına rağmen bir şeyler öğrenmek için geliştirdikleri bütün yöntemler – gerçek inananın tavırlarının parçası olamaz. O, Sorel’in politika kavramıyla büyülenmiştir –sivil etkinlikler– politika, doğal ve onarılmaz bir biçimde kötü ve yozlaştırıcıdır çünkü ister istemez başka birey ve gruplarla tartışmayı ve uzlaşmayı içerir. Onun için, Sorel için olduğu gibi, sadece “saf şiddet”, efsaneye ve akıldışı fikirlere bağlılık ve bütün arabaluculara ve reformculara karşı “koyu bir nankörlük” toplumu zalim baskıcılardan ve kahramanca şiddetin savunucularından oluşan iki düşman gruba ayıracak ve böylece hepimizi uzlaşmanın ve akılcılığın kaçınılmaz sonu olan çöküşten kurtaracak güce sahiptir.
Bu ahlaki saltçılığın getirdiği bir varsayım – eski olduğu kadar tehlikeli (ve birinci Senatör McCarthy gibi radikallik karşıtı öncüler için değerli) – fevkalade iyi ve arzulanan amaçlar uğruna savaşmanın, şiddet ve başkalarının hak ve hürriyetlerini kısıtlamayı içerse bile, amaca ulaşmak için gereken bütün yöntemleri meşru kıldığıdır. Yakın geçmişte toplumsal özgürlüklerin ve herkes, özellikle de sevilmeyen azınlıklar için ifade özgürlüğünün en güçlü savunucuları olan radikal öğrenciler, son birkaç olayda bu özgürlükçü prensipleri bırakıp fikirlerine katılmadıkları insanların konuşma ve eylem özgürlüklerini kısıtlamak için şiddete başvurdular. NROTC’nin Columbia kampüsünde bulunmaya hakkı olmadığına inandıkları için; NROTC öğrencileri, onların aileleri ve arkadaşlarının bu törenin yapılmasını istemelerine rağmen ödül törenini engellemeye “hakları” vardı. Vietnam’daki savaşa ve bazı durumlarda “ulusal bağımsızlık” savaşları haricindeki bütün savaşlara şiddetle karşı oldukları için başka öğrencilerin ordu, bazı kurumlar ve hükümet temsilcileri ile görüşmelerini engellemeye “hakları” vardı. Hem öğretmenlerin hem de diğer öğrencilerin kampüste ordu gibi kurumlara “eleman kaydedilmesini” açıkça desteklemelerine aldırmadılar.
Başkalarının, hatta çoğunluğun haklarını kullanmalarını engelleme “hakları” olduğu varsayımının altında, toplumun bütün üyeleri için ifade özgürlüğünün “burjuva” bir kavram olduğu ve özgürlüğün yalnızca görüşleri “doğru” ve “ilerici” olanlara ait olduğu fikri yatar. Çirkince gizlenmiş olan bu seçkincilik, yalnızca aydın öncünün proleteryanın tarihi durumunu ve misyonunu anladığını ve yozlaşmış ve cahil halkın, kendi iyilikleri için, yönlendirilmeleri, kullanılmaları ve zorlanmaları gerektiğini savunan Lenin doktrininin açık bir yankısıdır. Ayrıca, bazı çağdaş radikal öğrencilerimizin seçkinciliğinin, Leninizm’in antitezi olması gereken ve yalnız seçkinlerin özgürlük hakkı olduğunu savunan faşist doktrinlerini de yankılaması ilginçtir. (Burada zıtların iç içe girip etkileşmesi diyalektiğinin bir örneğini mi görüyoruz?) Özgürlüğün yalnızca aydın azınlığa ait olduğu görüşü, bazı SDS liderlerinin radikal olmayan diğer öğrencilerin aptallığı ve politik geriliğinden bahsetmelerinde ve kendi görüşlerinin tamamen reddedildiği bir öğrenci referandumundan etkilenmeyeceklerini bildirmelerinde açıkça ortaya çıkıyor.
Bu ahlaki katılık, kendini haklı görme, tartışmadan kaçınma ve öğretmen ve öğrencilerin çoğunluğunun hak ve özgürlüklerine saygısızlık tavırları, Columbia binalarının işgal edildiği 23-30 Nisan arasındaki dönemde açıkça ortadaydı. Gösterilerideki öğrenci liderler hiçbir zaman ilk “isteklerini” içtenlikle tartışmadılar ve isteklerinden taviz vermeye ve uzlaşmacı bir çözüm aramaya yanaşmadılar bile. SDS lideri, anlaşma için kurulan öğretmen grubunun getirdiği bir dizi uzlaşma önerisinin sonuncusunu herkesin önünde saygısızca reddetti. Öte yandan üniversite yönetimi ve mütevelli heyeti, anlaşma grubunun getirdiği önerileri kabul etmek için içten çaba sarf edip ilk baştaki kararlarında önemli değişiklikler yaptılar. Gösteri liderleri üniversiteye –yani öğretmenlerin ve öğrencilerin çoğunluğuna ve de yönetim ve Mütevelli Heyetine– neredeyse imkânsız iki alternatif arasında bir seçim sundular: Hem genel affı da içeren belirli isteklerine hem de “gücü” ellerinde tutmayı sürdürmelerine boyun eğme ya da güce güçle cevap vermek için polisi çağırma. Bu üniversitenin bütün üyeleri ilk seçenekten rahatsızdılar, ama gene de uzun saatler süren tartışmalarda, protestocuların bazı isteklerini destekleyenlerden bile ilk seçeneğin lehine konuşan hemen hemen hiç çıkmadı.
Aklı başında hiç kimse 22 Nisan 1968’de Columbia Üniversitesinin organizasyonunda, yöneticileri, öğretmenleri ve öğrencileri arasındaki iletişim yöntemlerinde, çevresindeki toplumla ilişkilerinde, akademik program ve taleplerinde hiç değişikliğe ihtiyacı olmayan mükemmel bir kurum olduğunu savunamazdı. Yöneticilerin birçoğu ve öğretmenlerin bazıları düzeltme ve reform gereksiniminin yıllardır bilincindeydiler ve gerekli değişiklikleri tartışıp bazılarını yürürlüğe koymak için saatler harcamışlardı. Ama eğer Columbia mükemmel değildiyse, eğer eksikleri ve reforma ihtiyacı vardıysa, dünyanın başlangıcından beri varolan her insani kurum gibiydi. Ve üniversitenin yıkılacak ya da kökünden değiştirilecek kadar umutsuzca yozlaşmış olduğunu söylemek yanlış olur. Herhangi bir üniversitenin, özellikle Columbia kadar büyük ve karmaşık üniversitenin, hızla değişmesi zordur ve bunun sebebi duygusuzluk ve problemlere duyarsızlıktan çok yeniliklere muhalefet ve akademisyenlerin uzun süren tartışmalar için doğal yetenekleridir. (Değerli İngiliz klasikçisi F. M. Cornford, 1908’de güzel kitabı Microcosmographia Academica’da akademik politikacıları akademik toplulukların içkin tutuculuklarına karşı uyarmıştır; durum o kadar az değişti ki kitap altmış yıl sonra, altıncı baskısında bile okunmaya değer.)
Sonuç olarak, “devrimci” öğrencilerin tavırları ve eylemlerinin getirebileceği politik sonuçlar üzerine bir şeyler söylemek gerekir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde klasik devrimci duruma benzer bir şeyin olmadığı ortadadır. İşçi sınıfı, özellikle de örgütlenmiş işçi sınıfı, şu anda varolan düzene derinden bağlıdır ve son otuz beş yılda önemli kazançlar sağlamıştır. Dolayısıyla örgütlenmiş işgücü toplumda önemli bir devrim karşıtı güçtür. Onlar ve orta sınıf (ve ikisini ayıran çizgiyi çizmek oldukça güçtür) varolan sosyal sistemi değiştirmek istemiyorlar; hatta devrim başlatacak çabalarla karşılaşırlarsa, kesin olumsuz bir tepki vermeleri beklenebilir. Toplumdaki en ciddi sorunlu bölge, kentteki gecekondu bölgeleri ve özellikle gettoda yaşayan insanlar. Ancak onların düş kırıklığı ve sefaleti, sosyal ve politik sistemi değiştirecek örgütlenmiş bir devrimden çok isyanlar ve şiddetli protestolar şeklinde ortaya çıkacaktır. Solun, öğrenci devrimcilerin öncülük ettiği gösteriler gibi, şiddetli protestoları aşırı sağ kanadın canlanmasına sebep olacak ve ülkede tutuculuğa doğru daha geniş bir geçiş sağlayacaktır. Bu gelişmelerin kötü işaretleri 1968 Nisan ve Ağustos’u arasında kamuoyu araştırmalarında eski vali Wallace’ın oylarının keskin artışı ve 1968 Cumhuriyetçi kongresinden önce ve kongre süresince ülke çapında Reagan taraftarı güçlerin beklenmedik yükselişinde ortaya çıkmıştır. Radikal öğrencilerin işçilerden ve sendikalardan destek aldığı Fransa’da bile şiddetli gösterilerin önemli bir sonucunun General De Gaulle’ün kazandığı büyük zafer olduğu hatırlanmalıdır. Bazı genç devrimcilerimiz gericilerin “geçici” olarak güçlenmesini memnuniyetle kabul edeceklerini söyleyebilirler, çünkü aşırı sağ, sosyal demokratları, liberalleri ve tutucuları zayıflatacak veya ortadan kaldıracak ve böylece toplumu devrimciler ve gericilerden oluşan iki tamamen düşman gruba ayıracak ve bu çatışmadan da devrimciler galip çıkacaklardır. Bizim cevabımız ise sağ kanadın baskısının Amerikan toplumunda değer verdiğimiz her şeyi yok edeceği ve bu ülkede devrimin gericilere karşı zaferinin, Hitler öncesi Almanya’da Komünist Partinin taktik olarak Nazilerle ittifakını, faşizmin komünizmin bütün düşmanlarını yok ettikten sonra, objektif sosyal problemlerle başa çıkamayacağını ve çöküşünün Alman Komünist Parti’nin “geriye kalan mirasçı” olarak yükselişini sağlayacağını savunan hiç de gerçekçi olmayan tezi kadar imkânsız olduğudur.
İngilizceden çeviren: Liz Amado
* Herbert A. Deane, öğrenci olayları sırasında Columbia Üniversitesi’nde Siyaset Bölümünde profesördü. Daha sonra, öğrenci işleri dekan yardımcısı olarak görevine devam etti.