EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ*
Fatih TEPEBAŞILI**
ÖZET
Almanya’da yetmişli yıllardan sonra ortaya çıkan Alımlama Estetiği (Jauss, Iser), öncelikle
edebiyat eleştirisini daha sonra ise edebiyat eğitimini etkilemiştir. Yalnız bunun modellenmesi
farklı farklı olmuştur. H.Weinrich, G. Fricke, K. Fingerhut, G. Waldmann’ın da aralarında yer
aldığı değişik isimler birbirleriyle bazen keşisen bazen ayrışan ama aynı yaklaşım çerçevesinde
edebiyat eğitimi modelleri geliştirmişlerdir. Çalışmamızda, bunlardan G. Waldmann’ın modeli
eleştirel olarak ortaya konmaya çalışılacaktır
Anahtar Kelimeler: Alımama Estetiği, Edebiyat Öğretimi, Üretim ve Davranış Odaklılık,
Günter. Waldmann
ABTRACT
The receptions aesthetics, emerged in the years after 1970, had an effect primarliy on literary
crticism and subsequently on teaching literature. However, there appeared different models for it.
Certain figures, such as H.Weinrich, G. Fricke, K. Fingerhut, G. Waldmann, developed literature
teaching models within the frame of the same approach with sametimes intersection and
sometimes differing studies. In this article, Waldmann’s model is going to be discussed
Keywords: Receptions Aesthetics, Teaching Literature, Günter Waldmann
Edebiyat ile eğitimin ilişkisi farklı biçimlerde de olsa geçen yüzyıllara kadar
uzanır. Örneğin J. G. Herder’in 1796’da lise öğrencilerine yaptığı konuşmada
(Paefgen 1999: 2), “ruhun ifadesi” saydığı güzel konuşmaya verdiği önemden
dolayı, öğrencilerin ana dillerini mükemmel öğrenmelerini ister. Güzel
metinlerin sesli okunması, ezberlenmesi ve bunların sunulması beklentisini taşır.
Öğrenciler Almancayı doğru ve güzel konuşup ve yazmalıdırlar. Böylelikle
düşünce eğitimi, fantezilerin beslenmesi, duyguların uyandırılması ve nihayet
“ulusal karakterin” ortaya çıkarılması mümkün olacaktır.
Aydınlanma döneminde de edebiyattan özellikle halkın eğitimi açısından
sorumluluk beklenir. Bu yüzden Horaz’a ait, edebiyatın hem eğlendirici hem
eğitici olması görüşü (prodesse et delectare) oldukça yaygındır ve hala da
geçerliliğini korumaktadır (Böing 1973: 367).
Edebiyat ile eğitim arasındaki söz konusu ilişki genellikle değişen toplumsal
koşullar çerçevesinde yeniden tanımlanmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrası
Alman okullarında geçerli olan yaklaşımlar bunun tipik göstergesi sayılır1.
Savaş sonrasından 1965’e kadar uzanan ilk döneme yön veren isim Robert
Ulshöfer’dir (Methodik des Deutschunterrichts, Stuttgart 1962). Nazi
döneminde parti propagandasının aracı haline getirilen uygulamaların etkisini
silmek, biraz da öğrencilere ileriki yaşamları için yardımcı olmak ve yol
göstermek amaçlanır. Alman Anayasasındaki temel ilkelerden (örneğin
* VI. Dil, Yazın, Deyişbilim Sempozyumu 1-2 Haziran 2006, Süleyman Demirel Üni., Isparta
** Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi
1 Söz konusu yaklaşımlar için Nayhauss (1995), Fingerhut (1996), Belgrad –Melenk (1996), Kreft
(1982), Paefgen (1999)
Fatih TEPEBAŞILI
606
özgürlüğün doğru olarak kullanılması, topluma karşı ortak sorumluluk gibi)
hareket edilir (Nayhauss 1995: 126). Alman okul çeşitleri (Realschule,
Volksschule veya Gymnasium) bu dönemdeki edebiyat eğitimini
yönlendirmiştir. Bu yüzden yöntem, bazen estetik kaygıların, bazen felsefi
tutumların (Varoluş Felsefesi) bazen de dinsel, hümanist veya kültür bilgisi
geleneklerinden beslenen yaklaşımların etkisinde kalmıştır (Kreft 1982)
Edebiyat öğretiminin bilinci olarak algılanan (Nayhauss 1995: 130) ikinci
dönemin (1966-1970) etkili ismi Hermann Helmers’tir (Didaktik der deutschen
Sprache 1966). Helmers’in amacı “eleştirel (fakat alımlayıcı olmayan), tarihsel
(fakat mitolojileştirmeyen), kapsamlı (bütün okul türleri ve basamakları için
geçerli) ve sistematik (öğrenme alanlarına göre terminoloji ve yapı gösteren)
olmaktır. Bu amaçlar için “Lesen Darstellen Begreifen” (Hirschgraben Verl)
veya “schwarz auf weiss” (Schroedel Verl) gibi değişik ders kitapları
yayınlanmıştır.
Marksist ideolojinin egemen olduğu üçüncü dönem (1970-1974) kısaca
“Bremer Kollektif” olarak bilinir ve Eleştirel Kuramdan (Frankfurt Okulu)
etkiler taşır. “Theoriebildung des kritischen Deutschunterrichts” isimli eser
Heinz Ide’nin öncülüğünde hazırlanmıştır. Almanya’nın toplumsal gelişimiyle
ders konuları, yöntemleri, araçları ve biçimlerine ilişkin kararlar arasında yakın
bir ilişki görülür. “Bremer Kollektif”in karşı çıktığı olgunlaştırma (gerekli
çalışma yeteneğinin üretimi) sosyalizasyon (kurallara bağlı davranışların üretimi)
ve doktrinleştirme (uyumlu yanlış bilincin üretimi anlamında) ve elemedir
(Öğrenci materyalinin farklı toplumsal hiyerarşiye ayrıştırılması). Öğrenciler,
bunların yerine burjuva toplumunun kendilerini nasıl yönlendirdiklerini
kavramak yeteneğini kazanmalıdırlar (Nayhauss 1995: 137).
68 Öğrenci Olaylarının etkilediği kurumların başında Germanistik2 gelir.
Üniversite öğrencileri kendilerine öğretilen konu ve yöntemlere karşı çıkarlar.
Gerçeklikle bağlantısı bulunmadığı ve öğrencileri yaşama hazırlamaması gibi
gerekçeler ileri sürerler. Durum bu dönemde yazılmış romanlara bile konu olur
(Örneğin Uwe Timm’in “Heisser Sommer” romanı). Tartışmaların sonucunda
Alman Dili ve Edebiyatı, çalışma sahasını oldukça genişletti, ilgisini edebiyat
bilimi ile diğer bilim dallarının (sosyoloji, psikoloji, tarih) kesiştiği alanlara
kaydırdı.
Yaşanan bu süreçte, edebiyat kuramı açısından, okuyucunun varlığı
keşfedildi. Okur, yazınsal iletişimin ayrılmaz bir unsuru, tamamlayıcısı olarak
algılanmaya başlandı. Jauss ve Iser tarafından temsil edilen “Konstanz
Okulunun” çalışmaları kısaca Alımlama Estetiği olarak bilinir. Söz konusu
yaklaşım “Yazınbilim ve dolayısıyla yazın eğitiminde “dönüm noktası” yaratan
bir çabadır” (Polat 1995: 109, ayrıca Polat 2006)
Ortaya çıkan edebiyat öğretimine ilişkin bütün okullar ve üniversiteler için
geçerli modelleri Fingerhut tarihselci olmayan bir bakışla şöyle özetler (1996:
55/56):
2“Schlägt die Germanistik tot, färbt die blaue Blume rot” (Germanistiği öldürün, mavi çiçeği
kızıllaştırın).
Edebiyat Öğretiminde Waldmann Modeli
607
1-Pedagoji odaklı yaklaşım: Üniversite ve okulları kapsar. Tek yönlü bilgi
aktarımı, daha doğrusu öğretim amaçlanır. Algı ve öğrenme psikoloji gibi yardımcı
bilimlere başvurulur ve pedagoji ağırlıklıdır. Betimleyici oyun, yazınsal yazma,
radyo ve televizyon oyunlarının sahnelenmesi (böylelikle yorumu gibi) araçlar
kullanır. Edebiyat derslerinde pedagojik yenilikler, örneğin yeni teknikler veya yeni
çalışma yöntemleri (medya metinleri) getirilir.
2-İkinci grupta yer alan edebiyat öğretmenleri bir öğretmenden çok
akademisyen edasına bürünürler. Çalışma konuları arasında gençlik araştırmaları,
okuma veya okur araştırmaları, kadın araştırmaları, çocuk ve gençlik araştırmaları
yer alır. Öğretmenler kendilerini uzman edebiyat bilimcileri olarak görür.
Okullarda edebiyatın rolü iyice gerilere itilir.
3- Üçüncü yaklaşımlar ise ikisi arasında bir yerde durur. Pedagoji, psikoloji ve
farklı bilim dalları arasında bir görünüm çizer. Geliştirilmeye çalışılan sorular
meslek ve diğer derslerde edebiyata geleneksel olarak veya yeniden yüklenilen
işlevlerden çıkarılmalıdır. Eğitmenler, öğrencilerin, yazınsal eserlerden ve
eleştirmelerin çalışmalarından nasıl yararlandıklarını sınamaya çalışır, çünkü onlar,
günlük yaşamlarında her ikisiyle aynı oranda karşılaşırlar. Psikoloji ve pedagoji
kökenli yöntemleri edebiyata uygulamaya çalışırlar. Çalışmaları ne dil ne edebiyat
kapsamında genelde kültürel ağırlıklıdır.
Bu değişimler sonradan “Üretimsel ve Davranışsal Yöntem” diye bilinen
çalışmaların ortaya çıkmasına yol açtı. 70’li yıllarda başlayan çalışmalar 80’li
yıllarda bütünsel bir görünüm kazandı. Zaman içinde modellerde kendi içinde
bazı değişimler gözlemlenebilir (örneğin Waldmann’a ait model). Üretimsel ve
davranış odaklı bu yöntemi tek bir isime bağlamak doğru sayılmaz. Bu alanda
çoğu zaman birbirlerini tamamlayan pek çok isim vardır. Bunlar arasında G.
Waldmann, K. Spinner, G. Haas, K. H. Fingerhut, J. Kreft gibi isimler yer alır.
Waldmann (konuyla ilgili yayınları 1979, 1998, 1999), sistemini yazınsal
iletişimin temel unsurlarına (yani okur, metin ve yazarlara ilişkin) yapılmış
çalışmalar çerçevesinde tanımlamaya çalışır. Dolayısıyla kuramsal yönden
eklektik bir niteliğe sahiptir.
-Okur: Üretim ve Davranış Odaklı Edebiyat Eğitiminin temellerinden
birisini Gadamer oluşturur. Okuma, anlama ile ilgili bir süreç olduğu için,
yazınsal iletişimin adresine yönelik olarak hermeneutik bir yaklaşımın felsefi
anlamda temelini oluşturur. Klasik hermeneutik, metinlerde yatan veya
bulunduğu varsayılan anlamları ortaya çıkarmaya çalışan bir “yorum” öğretisidir.
Nayhauss’a göre Gadamer, “hermeneutik” kavramıyla anlama yöntemini kast
etmez, ona göre hermeneutik “anlama sürecinin bağımlı olduğu koşulların
aydınlatılmasıdır. Hermeneutik için söz konusu olan yalnızca kültürel mirasın
insanı nasıl etkilediğidir (Nayhauss 1995: 139).
Dolayısıyla tarihsellik, anlama sürecinde de önemli bir unsurdur. Edebi
metnin içerdiği anlamı bir defada tüketilebilecek mutlak bir bilgi değildir.
“Okurun sahip olduğu anlama ufku ile eserin tarihsellik ufku her defasında
yeniden buluşur, geçmiş ve şimdiki zaman birbirine iç içe geçerek “ufuk
kaynaşması” ortaya çıkar (Nayhauss 1995: 140).
Fatih TEPEBAŞILI
608
Okurun başka bir ifadeyle yorumcunun görevi, “metinle bir diyalog
kurmaktır”, diyaloga giren kişilerin “kendi kişisel görüşlerinin dışındaki
görüşlere açık olmaları (Sayın 1999: 46), gerektiğinde alışılmış düşünce ve
davranış biçimlerini eleştirecek ve kendilerini değiştirecek kadar özgür” olmaları
istenir (Nayhauss 1995: 46).
Bir eserin yorumu, geçmiş ile günümüz arasındaki diyalogda yatar. Eserin
söylemek istediğini, kendi geçmişimize ilişkin sorularla ilintilidir. Bizim gibi eser
de kendi geçmişi ile diyalog içinde bulunur. Bu açık uçlar, anlamayı da açık uçlu
kılarlar. Anlam hep yenilenir, geçmişle günümüz veya günümüz ile geçmiş
arasında canlı bir bağ kurulur. Anlam, öznenin ufku ile eserin ufkunun karıştığı
bir yerde bulunur. Ufuk karışımı ile girdiğimiz dünya “ayrılıştan” çok geri
dönüşü ifade eder (Eagleton 1988: 37).
Yazınsal alımlama kuramını biçimlendiren Konstanz Okulunun3
temsilcilerinden Jauss’a göre eserin ve okurun ufukları sürekli karşılaşmalıdır
(beklenti ufku, ufuk karşılaşması). Iser’e göre ise okur, eserin yazım anında göz
önünde tutulmuş bir unsurdur. Bu yüzden yazarın boş bıraktığı alanları okur
tarafından doldurulur. Dolayısıyla eser veya anlamı sabit değildir. Bir okur
olarak öğrencilerin de yazınsal eserleri okuma, değerlendirme gibi etkinliklerde
bulunma hakkı vardır. Waldmann bu gerçeği hayata geçirmek, öğrencilerin
duyarlılıklarını bu anlamda geliştirmeye çalışır.
Yazar: Waldmann’a göre yazınsal süreç iyi anlaşılmalıdır. Bunun için Eco,
Barthes, Nietzsche gibi isimlere başvurarak yazarların iki yönünü ortaya kor
(1999: 8-9): Buna göre yazarlar “dahi” veya “üstün nitelikli varlıklar” değildirler.
Eco’nun ifadesiyle “dehanın yüzde onu sezgi (inspirasyon) yüzde doksanı ise
transprasyondur”. Yazarlar büyük zahmetlere katlanarak gece gündüz çalışan
kimselerdir. Yaşamlarını sanata adayarak gözlemler yaparlar, notlar alarak,
araştırma ve gezilerde bulunurlar. Emek ve sanatsal uğraşının meyvesi eserleri,
toplanılan bu bilgilerin üzerinde çalışılması sayesinde ortaya çıkmıştır.
Diğer taraftan yazarın kişi olarak kimliği değil, “yazarlık işlevi” önemlidir
(Waldmann 1999:
. Bir metnin bir yazar tarafından seçilmişliği veya
üretilmişliği ve bunun özellikleri söz konusudur. Yani yazar bir metni ortaya
koymuştur, metnini yaratırken, ona kendine has özellikler yüklemiştir. Bu
anlamda eser kendi içinde bir bütündür.
Yaşadıkları, gördükleri, karşılaştıkları yazarların bir şekilde sanatını da etkiler.
Ayrıca onlar önceden var olan metinlerden de yararlanabilirler.
Waldmann’a göre dil “farklılıkların oluşturduğu bir sistemdir” (1998: 491).
Saussure’e kadar uzanan (Derrida’ya ait) bu düşünceyi böyle ifade eder. Dil gibi
yazınsal eserler de farklılıkların oluşturduğu bir sistemdir. Dolayısıyla bu tür
metinler öncelikle dışsal farklılıklara sahiptirler, bunlar onları diğer metin
türlerinden ayırır. İçsel farklılıklar ise değişik yazınsal niteliklerin toplamını
3 Nayhauss’a göre Alımlama estetiği üç açıdan edebiyat öğretimi için önemlidir. 1-Edebiyat
simulasyon alanıdır. Metnin alımlanması okura bağımlı olduğu için okurlar ister istemez kendi
deneyimlerine başvururlar. 2-Metinlerin anlamlarının açık olması. 3-Tarihsellik kategorisi (1995:
144).
Edebiyat Öğretiminde Waldmann Modeli
609
kapsar. Sözgelimi zaman ve mekan anlayışı, anlatım biçimleri, bakış açısı vs..
Bunlar eşzamanlı (yani belirli bir dönemde), artzamanlı (yani kullanılan türle
ilgili çok eski dönemlere uzanma) olabilir.
Waldmann’a göre (1998: 493) yazınsal metinleri kendi kendisiyle
açıklayamayız, çünkü kendisiyle özdeş değillerdir. Her metin döneminin veya
geçmişin pek çok metnini içerirler. Dolayısıyla metinlerarasılık söz konusudur.
Metin: Gönderim açısından yazınsal metinler kullanımlık metinlerden ayrılır.
Kullanımlık metinleri belirleyen gönderimde bulundukları gerçeklerdir4.
Bunların gerçeklik ölçütü nesnel, bilgi verici, anlattıkları gerçeğe uygun
olmalarıdır. Gazetede yer alan haber, ancak söz konusu olay kapsamında
nitelendirilebilir.
Bu açıdan yazınsal metinler kurmacadırlar. Gönderim ancak kendi
kendilerine olduğu için, otonomdurlar, kendi kurallarına sahiptirler. Yazınsal
eserin ne olduğu ise bir yazarın burada anlattığı gerçekliği üretmesiyle ve bir
okurun bunu alımlamasıyla tanımlanabilir (Waldmann 1998: 489).
Waldmann’ın yazınsal metinleri kullanımlık metinlerden ayırırken kullandığı
diğer unsur ise Rus Biçimcilerine ait “Yabancılaştırma” kavramıdır: Şklovski’ye
göre yazınsal eserler, nesneleri yabancılaştırarak, biçimlerini daha da
karmaşıklaştırarak algılamayı güçleştirirler ve algılama süresini uzatırlar. Konulan
veya getirilen bu yazınsal engeller, aslında bilinci daha canlı kılmak içindir.
Gerçekliği anlatma tarzı ve yolları, tüketim yönü ağır basan otomatik veya
bilinçsiz algılamanın önüne geçer. Başka bir ifadeyle insanın ilk defa karşılaştığı
kişi ve nesnelere gösterdiği dikkat ile neredeyse her gün karşılaştıklarıyla aynı
değildir5.
Yabancılaşma kavramını edebiyata aktaran Şiklovski’nin düşüncesini
paylaşan Waldmann, edebiyatın hem biçimsel yönden hem de içerik açısından
yabancılaştırmasından bahseder. Ona göre biçimsel yabancılaştırma sayesinde
yazınsal metinler diğer metinlerden ayrılırlar. Konuyu anlamak için gündelik
dilin mahiyeti iyi kavranılmalıdır. Çünkü günlük dil basitleştirir, genelleştirir ve
şemalaştırır (Waldmann 1999: 4):
4Yazınsal olmayan metinlerde bilgiler kavramlarla, yanlış anlamalara yol açmayacak biçimde,
olabildiğince nesnel ve yansız olarak sunulur. Buna karşın yazınsal metinler büyük bir öznellik
içinde, dolaylı, biçimsel açıdan kurgulanmış, ifadelerin çağrışımsal gücüne dayanan özelliklere
sahiptir (Ehlers 1996: 41/42).
5“Algılamanın genel yasalarını incelersek, eylemlerin, alışkanlık haline gelir gelmez
otomatikleştiklerini de görürüz. Böylece bütün alışkanlıklarımız bilinçdışı ve otomatik bir ortama
kayarlar” (Şkloski 2003: 70). Bu durum sanat için de geçerlidir: “İşte, yaşam duygusunu vermek,
nesneleri hissettirmek, taşın taştan olduğunu duyurmak için, sanat dediğimiz şey vardır. Sanatın
amacı , nesne duygusunu, görünen şey olarak vermektir, tanınan, bilinen olarak değil; sanatın
tekniği nesneleri farklılaştırma (yabancılaştırma), biçimi anlaşılmaz kılma, algılamanın güçlüğünü
ve süresini artırma tekniğidir. Sanatta algılama edimi, kendi başına bir erektir ve uzatılması gerekir;
sanat, nesnelerin oluşunu hissetme aracıdır; daha önce “olmuş”olanın, sanat için önemi yoktur”
(Şklovski 2003: 72).
Fatih TEPEBAŞILI
610
-Günlük dilde anlamayı zorlaştıracak unsurlardan çekinilir. Alışılmadık ve
fazla tanınmayan sözcüklerden ve karışık cümle yapılarından sakınılır. Yaratıcı ve
doğal olsa bile entelektüel derinlik ve zenginlik içermez.
-Günlük dilin başka bir yönü ise “genelleştirici” olmasıdır. Örneğin belirli bir
konuda konuşulduğunda, çoğu zaman hemen konuya ilişkin genellemeler aktarılır.
-Buna yakın diğer nitelik ise günlük dilde kullanılan “şematik” unsurlardır.
Konuya ilişkin basma kalıp ifadeler, deyimler veya sloganların çabucak söz konusu
edilmesini içerir. Örneğin “biz bize benzeriz” veya “şu bizim medya” gibi.
Yazınsal türler için geçerli olmayan bir durum. Örneğin şiir dili, günlük
dilden oldukça farklıdır. Bunun için geçerli araçlar gelişmiştir. Anlam bilgisi
alanında tekrarlar, leitmotifler, metaforlar; cümle dizimi alanında cümle
unsurlarının yerini değiştirme veya karşılaştırmalar gibi.
Yazınsal bir eser olarak yapılandırılan şiirin dili gündelik dile göre daha fazla
iyi ve kötü değildir, olsa olsa farklıdır. Bu yönleriyle karşılaştırılmamalıdırlar.
Gündelik dile göre şiirin dili yine kendi kendisiyle açıklanabilir. Aynısı tiyatro ve